Önceki bölümlerde Z kuşağı kavramını inceledik. Onun, küreselcilerin, genç nesiller üzerinde oynadığı bir oyun olduğunu gördük. Küreselcilerin z kuşağı kavramıyla gençlere bazı özellikler kazandırmak istediklerini ve bunların neler olduğunu da incelemiştik. Bu yazımız ve sonrasında, bu oyuna karşı nasıl bir pozisyon alıp neler yapmamız gerektiğini arz edeceğim.
Çözüm Önerileri:
1- Milli Bünyenin Dirençli Olması Gerekir:
İnsanın hastalıklara karşı korunabilmesi için, vücudunun dirençli olması şarttır. Vücudun dirençli olmasında en önemli etken, yeterli ve dengeli beslenmedir. Ayrıca düzenli uyku, hareketli yaşam, hijyenik ortamın olması da çok önemlidir. Bunlara ek olarak sigara, alkol ve stresten de korunmak gerekir. Vücut direncinin düşmesiyle hastalıklar her taraftan saldırır.
Yukarıdaki tıbbi bilgiler, bize şunu gösteriyor: hastalıklar ve onun nüvesi olan mikroplar insan bedeni de dahil her yerde ve her zaman bulunur. İnsanın bunlardan sakınabilmesi için, vücudunun hastalıklara karşı direnci ya da bağışıklık sistemi güçlü olması gerekir. Vücudun dirençli olması, kişinin hiç hasta olmayacağı anlamına gelmez; ancak her hastalıktan da olumsuz olarak etkilenmez demektir. Rabbimiz böyle bir kanunla insanı yaratmıştır.
Bu kanun toplumlarla da birebir ilgilidir. Hele küreselleşen dünyamızda bu daha çok böyledir. İnsan bedenini olumsuz olarak etkileyen hastalık ve mikroplar gibi, Milletlerin bünyesini olumsuz olarak etkileyen pek çok, emperyalist oyun, fikir, ideoloji, anlayış, tavır ve davranış vardır. Mikropların ve hastalıkların salgın olduğu bir ortamda insan bedeninin onlardan korunabilmesi için nasıl vücudun dirençli olması gerekir ise, milletlerin de sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hastalıklardan korunabilmesi için Milli bünyelerinin güçlü olması; kendilerini etkilemeye gelen oyun, fikir, ideoloji, anlayış, tavır ve davranışları karşılayıp onlara karşı tavır geliştirebilmesi ve onları yenebilmesi gerekir. Aksi halde, dünyanın herhangi bir yârinde oynanan oyun; üretilen fikir, ideoloji; geliştirilen anlayış, tavır ve davranış o milleti olumsuz olarak etkiler ve onun milli bünyesine/sağlığına zarar verir.
Bu açıdan baktığımızda, millet olarak, son üç dört asırdan beri pek çok sıkıntı yaşadığımızı ifade edebiliriz. Öncesinde kendi içindeki olağan hastalıklarla mücadele eden Osmanlı Devleti ve Toplumu, Özellikle 1800’lerin başından itibaren, dışarıdan saldırı halinde gelen sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hastalıklarla da karşılaştı. Bu hastalıklar önce en tepeden (Devlet Başkanı’ndan) bünyeye girmeğe çalıştılar. Oradan girip hem devleti, hem de toplumu ele geçirmeği planlıyorlardı. Fakat oranın direncinin çok kuvvetli olduğunu görünce daha sonra ‘üst düzey bürokratları’ denediler ve oradan Osmanlı Devleti’ne/Toplumuna girmeyi başardılar. Demek ki toplumun zayıf yerini bulmuşlardı. Oradan Osmanlı Devleti’ne bünyesine giren mikroplar ve onların oluşturduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hastalıklar, daha 100 yıl geçmeden bütün bünyeye egemen oldular. Bunun sonucunda ciddi savrulmalar, değişimle ve dönüşümler yaşandı. Artık millet küçültülmüş bir vatanda, yeni bir Devletle ve o hastalıklarla içi içe yaşamak durumunda kalmıştı. Fakat 19. Yüzyılın ortalarında başlayan ‘bünyeye girme hareketi’ yeni dönemde de devam etti, hatta bu sefer bu işler organizasyonun eliyle yapılmağa başlandı. Millet buna karşı çıktı ve direndi, özellikle kendi Devletine karşı mücadele etmek, isyan etmek, geleneğinde olmadığı için, mücadeleyi kendi içine kapanarak sürdürdü. Kapısını penceresini kapatarak kendisini böylece korumaya çalıştı. Ama özellikle bir asırdan beri, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda Milli bünyeye girmedik hastalık kalmadı. Modernlik/asrilik ile başlayan süreçte; solculuk, sosyalizm, kapitalizm, komünizm, devrimcilik, metalcilik, popçuluk, ırkçılık, (Avrupai tarzda) sağcılık ve daha pek çok hastalık ‘tepe’den yağdı da yağdı. Bir bütün halinde kamusal alan, bu hastalıklara en açık alandı. Hatta sergilendi. Korunmaya kalkışmak, kamusal alandan dışlanmak başta olmak üzere her türlü cezaya çarptırılma nedeni olabiliyordu. Sonra gençlik, okullarda, medyada, sanat-edebiyat ve tiyatroda zoraki olarak bu hastalıklarla yüz yüze getirildi, gençler ikiye üçe bölündü, aralarında düşman kamplar oluşturuldu, bu kesimde pek çok kıyım yapıldı, yürekler dağlandı. Son yarım asırdan beri de AİLE kurumu hedefe alındı. Uzun zamandan beri aileye saldırılar var. Çünkü sağlam kalan sadece orasıydı. Şimdilerde onu itibarsızlaştırma, küçümseme, işlevsiz kılma çabası yaygın bir durumda.
Bunların hiç birisi Milli bünyeyi çökertemedi ama, hepsi de milli bünyede yaralar bereler açtı ve giderek bu Müslüman Millet artık bünyesinde pek çok ‘dış hastalık’ taşımak durumunda kaldı. Asırlarca güçlü bir bünye ile Hakkın ve hakikatin savunuculuğunu yapmış, her türlü sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hastalıklarla mücadele etmiş olan bu Milletin hala direnci çok yüksek ama, bünyede pek çok ‘dış mikrop ve hastalık’ kol geziyor.
İşte en son Z kuşağı kavramı, onun etrafında oynan ve Milli bünyemize yaygınlaştırılmaya çalışılan hastalık ta bu menfur kervanın son halkasıdır.
Bu sinsi oyuna karşı çok dikkatli olmak, her şeyden önce Milli bünyeyi sağlam tutmak ve direncini yükseltmek gerekir. Bu husus çok önemlidir ve her şeyin başıdır. Size arz edeceğimiz diğer öneriler bunu da destekler mahiyette olacaktır.
Bir sonraki yazımız, inşaallah diğer çözüm önerileriyle ilgili olacaktır.
Kurban Bayramınızı en içten duygularla tebrik ediyor, nice nice bayramlar diliyorum.
Hocam yukarıdaki fikirlerinizi, Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Bu millet neden ağlar, Bir nesli nasıl mahf ettiler" kitabı çok güzel örneklendiriyor. Aslında bu kitap eğitim fakültelerinde mecburi kitap olarak okutulması.