YIPRANMAMIŞ İNSANLIK

Lezzetli Türkçesiyle fikir dağarcığımızı zenginleştirip, dimağımıza bereketli mana tohumları eken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanını ilk okuduğumda altını çizdiğim şu satırları hemen ezberlemiştim: “Mehmet, yıpranmamış insanlıktı.”


Cümleyi, romanda kast edilen mananın çok ötesine taşımış; toplumdaki tüm Mehmetlerin yıpranmamış insanlık örneği olmasını dilemiştim. “Hatta sadece adı güzel Mehmetler değil, tüm millet fertleri tıpkı onun gibi modern dünyanın olumsuz etkilerinden uzak, saf, idealist, özgün, bu milletin yüksek ahlak değerlerini özümsemiş; umutsuzluğa kapılan bir dünyada, iyiliğin ve güzelliğin hâlâ var olabileceğini kanıtlayan kişiler olarak yetişse…” diye dua etmiştim. 


Değişik vesilelerle muhatap olduğum, hal ve hareketlerini gözlemlediğim çok sayıda Mehmet, adın ne önemi var, değişik isimli birçok âdem evladı bu duamın ilahi dergâhta kabul olmadığını kanıtlıyor. Cümleyi değiştirip, kalabalıkları “yıpranmış insanlık” şeklinde tanımlamamız gerekiyor. 


Bilenler bilir, iyimser mizaçlıyım. Buna rağmen halkın genel ahvaline bakıp böyle ahlayıp vahlamamı sadece aralık ayının kasvetli havasına bağlamayınız! Ahalideki ahlaki yıpranmanın boyutları makul sınırı zorluyor. Bitmez tükenmez bir bela gibi başımıza musallat edilen toplumsal kepazelik narkozu dizilere baktıkça, cemiyetin ruh emarı TV programlarıyla ilgili yorumları okudukça, sosyal medya paylaşımlarına göz attıkça, tarumar olan millî hasletlerimizin yasını tutuyorum.


“Orta direk” kavramını Merhum Özal’dan işittiğinde “orta direği, bileği, yüreği kuvveti olmayan milletlerin vay haline” demiştim. Toplumsal konular söz konusu olduğunda bu sözü hatırlarım. Küçük memur, emekli, küçük esnaf, küçük çiftçi gibi “düşük ve sabit gelirli” kişilerden oluşan kesimden alışveriş ve iş siparişi nedeniyle zaman zaman muhatap olduğum “küçük esnaf” taki çürüme emareleri beni hep üzmüştür. Çünkü severim, ekseriyeti düzgün olan bu kesimi. Yıllarca, sırf yerel esnaf büyük kartellere teslim bayrağı çekmesin diye alışverişimde, iş siparişimde bu dostları tercih etmişimdir. Bir dizi hüsran ve hayal kırıklığıma rağmen bu huyumdan bir türlü vazgeçemiyorum. Ama şunun da farkındayım; söz gelimi, ahilik teşkilatı devam ediyor olsa, hiç kuşkum yok, bacalar pabuçtan geçilmezdi!


Halkın genelindeki toplumsal arızaların fazlasıyla elit sınıfa da sirayet ettiğini müşahede ettikçe kendi kendime mırıldanıyorum: “Bu çok doğal değil mi? Süt neyse kaymak odur!”  Toplumun alt, orta ve üst katmanlarının birbirlerini denetleyip düzeltecekleri yerde, “kötüyü hâkim ve örnek kılarak”, gösteriş, hesapsız kitapsız harcama görmemişliği ile iyice bozmaları ne kadar hazindir! 


Sevmediği bir korku filmini seyretmeye mecbur bırakılmışım gibi silkiniyorum, aziz milletimin her şeye rağmen muhafaza ettiği yüksek karakteri hatırlayarak rahatlıyorum. Fikir aynama yansıyan lanetli replikleri, imdadıma yetişen şu cümlelerle defediyorum: “Yıpranmamış insanlık timsali Mehmet’lerin sayısı, dünyanın en kudretli ordusu Mehmetçiklerimiz kadar fazla ve hücum kabiliyeti yüksektir. Yeter ki onları keşfedelim, kural ve kaideleri tesis edip dirayetle uygulayalım. En azından,  yeni format atacağız diye yavrularımızın fabrika ayarlarıyla fazla oynamayalım! Toplumsal bozulmanın panzehri, fertleri milli maya ile yeniden yoğurmak değil midir? Öyleyse ya Allah, bismillah!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.