Geçen haftaki yazıyı Yargıda Reform paketinde yer alan, hukuk fakültesi mezunlarına
devlet sınavı gündem maddesi ile sonlandırmıştım. Sınavın zihinlerde uyandırdığı soru işaretlerine geçmeden önce devlet sınavı ifadesinden ne anlaşılması ve ne anlaşılmaması gerektiği üzerinde durmakta fayda var. Hukuk fakültelerinden mezun olan ve avukatlık, hâkimlik-savcılık veya noterlik alanlarında çalışmak isteyen öğrencilerin tamamının kendi alanlarındaki sınavlardan önce girmesi gereken bir yazılı sınavdan bahsedilmekte. Örneğin, savcı olmak isteyen mezunların bu sınavdan sonra bir de hâkimlik-savcılık sınavına gireceği düşünüldüğünde söz konusu devlet sınavını bir çeşit ön sınav olarak görmek mümkün.
Öte yandan bu sınavın sonucu ile kişiyi meslek sahibi kılma veya onu bir kadroya yerleştirme durumu söz konusu değil. Bu sınav ile yargı sisteminin farklı alanlarında çalışmaya aday olunabileceğinin belgeleneceği asgari bir ölçüt getirilmekte. Bakan Gülün de Türkiye
Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlunun da üzerinde durduğu bir diğer nokta bu sınavın bir avukatlık sınavı olmadığı.Yani bugün çeşitli eleştirilere konu olduğu üzere bu sınavı devletin kendine avukat seçmesi gibi okumak isabetli değil. Nihayetinde bu sınavın sonunda avukat olmamaya karar verilebileceği gibi adayın avukat olmak istemesi halinde de sınavın avukatlık alanında kişiye kapıları sonuna kadar açmak gibi bir kudreti olmayacaktır.
Otoritelerin de isabetle belirttiği üzere amaç, kontrolsüzce artan hukuk fakültesi mezunları için bir çeşit filtreleme getirmektir. Türkiyede eğitim sisteminin sınavlara boğulduğu yahut bunun avukatlık mesleğinin bağımsızlığa halel getireceği görüşlerini de külliyen reddetmek mümkün
değildir. Fakat bu sınav sisteminin en çok da hukukçular tarafından istenmesinin kuşkusuz ki birçok nedeni var. Bunlardan bir tanesi de mezun kalitesindeki dramatik düşüşün önüne geçmeye gayret göstermek ve şu anda hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmayan avukatlık
mesleğinin sarsılan itibarını yükseltmektir. Hukuk Fakültesi mezunları için öngörülen devlet sınavının cevaplanması gereken birçok soruyu beraberinde getirdiğini belirtmiştim. Onların mutlaka üzerinde durma ihtiyacı doğuran birkaç tanesine göz atalım. Tek merkezden hazırlanacak ve Türkiye genelinde uygulanacak böylesi kapsayıcı bir sınav ile ilgili benim adıma en büyük risk bu sınavın hukuk fakültelerini dört yılın sonundaki devlet sınavına hazırlayan dershanelere çevirmesi olacaktır. Türkiye için yabancı ya da imkânsız bir tablodan bahsetmiyorum. Liseye ve üniversiteye geçiş sınavlarındaki sınava odaklı çalışma eğitim stratejisini bir düşünün. Yazılı sınavda bulunmayan resim dersi, beden eğitimi dersinin önemsiz
görüldüğüne, felsefe adı altındaki dersin felsefi öğretinin tam aksine test çözme dersine dönüşmesine kendinizden, çocuklarınızdan veya yakın çevrenizden alışık olduğunuza kuşkum yok. Aynı tablonun hukuk fakültelerinde uygulanabilecek olması, bu sığ sistemin liselerde yarattığından daha korkunç bir tablo yaratacaktır. Düşününüz; medeni hukuk, ceza hukuku sınavda çıkacağı için önemli olurken Hukuk ve Edebiyat adı altında bir hukukçunun donanımına önemli katkılarda bulunabilecek bir dersin sınavda sorulmadığı için programa
konma ihtimali dahi kalmayacak belki de.Bu sınav sistemi belirli bir müfredatın üzerinde şekilleneceği için bir diğer risk de akademik özerkliğin zedelenecek olması. Tüm okulların ortak müfredat kullanmak durumunda olduğu liseler için özerkliği aramasak da üniversite eğitiminin vaat etmesi gereken zenginlik için ortak sınav tekdüzeliğe götürebilecektir.
Her sistemin, her politikanın artı ve eksileriyle birlikte geldiği yadsınamaz bir gerçek. Hukuk mezunları için devlet sınavının, şu an için özellikle hukuk alanında uzmanlaşmış kişilerce hoş
karşılandığı hatta dört gözle beklenen bir gelişme olduğu söylenebilir. Öte yandan
sınavı eleştirenler ve bunun kalifiye mezun ve iyi hukukçu yetiştirme yolunda olumlu bir gelişme olmayacağını belirten hocalar da mevcut. Sonucuna hep birlikte şahit olacağımız bir yeni sisteme daha merhaba