Uluslararası hukukta devletleri tanıma; tanıyan devlet için tek taraflı bir hukuki işlemken karşıdaki devletler için kurucu bir nitelik taşımaz. Bununla birlikte hükümetleri, devlet başkanlarını tanıma durumu, dolaylı olarak bir başka devletin iç işlerine karışma anlamına geleceğinden uluslararası camiada terk edilmeye başlanan ve külliyen bırakılması beklenen diplomatik bir gelenektir.
Nitekim Venezuelada yaşananlar söz konusu tanıma işleminin, uluslararası hukuk uzmanlarının ortaya koyduğu gibi nasıl da içinden çıkılmaz bir hal alabileceğinin göstergesidir. Malum olduğu üzere Venezuelada hali hazırda hiç de iyi olmayan durumlar; Meclis başkanı Guaidonun, Venezuela Anayasasının 350. maddesine dayanarak; Maduronun meşru olmayan başkanlığının zorbalığı sona erene dek anayasanın Venezuela Başkanına verdiği tüm yetkileri elinde bulunduracağını duyurması ile daha da trajik bir hal aldı.
Bu duyuruyu, Guaidonun başkanlığını tanıyan ABD ve çeşitli Güney Amerika ülkelerinin destek mesajları takip etti. Öte yandan Türkiye ile Rusya ve Çin de Maduroyu desteklediklerini açıkladı. Soğuk Savaş dönemini aratmayacak biçimde süper güçler kozlarını paylaşmak için bu kez de Venezuelayı seçmişti.
Bu siyasi karışıklıktan önce de Venezuelada durumun hiç de iyi olmadığını belirttik. Zira 2000lere gelmeden en zengin Güney Amerika ülkesi olan Venezulada son durum nüfusun yüzde doksanının fakirlik sınırının altında yaşaması, her iki aileden birinin temel gıda maddelerine ulaşamaması şeklinde özetlenebilir. Hatta Amerika Kıtası Devletleri Organizasyonunun verileri arasında, bugün Suriyede doğan bir bebeğin yaşama şansının Venezuelada doğan bir bebeğin yaşama şansından daha yüksek olduğunu belirten, insani krizlerin geldiği yüz kızartıcı noktayı ortaya koyan bir karşılaştırma da mevcut.
Muhalifler tarafından boykot edilen ve seçim güvenliği açısından hayli tartışmalı olan 2018 seçimlerinden sonra Maduro 6 yıllık süreyle ikinci kez başkanlık koltuğunu kazanırken Venezueladan göç eden insanların sayısı 3 milyona yaklaşmış, muhaliflerden bir grup için çoktan yurt dışı yasakları getirilmişti. Anlayacağınız son bir haftadır devam eden politik kriz öncesinde de Venezuelada özellikle halkın durumu güllük gülistanlık olmak şöyle dursun insani kriz tanımında yer almaktaydı.
Fakat Venezuela krizine dair tartışmalı olan konu; belirtildiği gibi Maduronun muhteşem yönetimi yahut Maduronun iddia ettiği gibi ülkede hiçbir krizin olmaması değil. Bu noktada sorun; uluslararası hukukta bir iç işlerine karışma yöntemi olarak görüldüğü için hükümet veya devlet başkanı tanıma işlemi artık terk edilmişken petrol zengini Venezuelaya ABD tarafından adeta başkan atanmasıdır. Buna karşılık Washingtonın emperyal refleksi ne kadar kınanmaya müstahak olursa olsun bu Maduroyu iyi bir lider yapmayacaktır.
Aynı şekilde ABDnin bir başka devlete başkan ataması tavrını eleştirirken Türkiyenin tuttuğu taraf şahıslar değil, Venezuela halkının kendi geleceğine karar verme hürriyeti olmalıdır. Milli egemenlik, Amerikanın müdahalesiyle nasıl sağlanmayacaksa Rusya veya Türkiyenin adımları ile de Venezuela halkının kendi kendini yönetme iradesine müdahale edilmemelidir.
Öte yandan; Maduronun yerine kendini devlet başkanı ilan eden 35 yaşındaki Guaidonun geçmişine bir göz atıldığında, Guaidonun George Washington Üniversitesinde Amerikanın önde gelen burslarından biri ile okuduğu, ardından eski CIA başkanlarından Allen Dulles Nişanı ile ödüllendirildiği dikkatleri çekecektir. Bir diğer deyişle; Guaidonun Amerikanın Kübada ve Somali başta olmak üzere çeşitli Afrika ülkelerinde de görülen, Washington politikasını takip eden devlet başkanı tayin etme stratejisinin bir sonucu olduğu görülebilir. Yani Guaidonun, Venezueladaki açlığı veya ilaç kıtlığını bitirmek için değil, Venezuela petrollerinin Amerikanın kontrolüne pürüzsüz şekilde geçmesine vasıta olması için görev yapacağı yorumu haksız olmayacaktır. Fakat tekrar soralım: Bu Maduroyu iyi bir lider yapar mı?
Yukarıdaki veriler düşünüldüğünde, ısrarla hayır. Peki, bu diplomatik hesaplar Venezuela halkının çektiklerini sona erdirir mi? Maalesef hayır. İşte bu noktada temeldeki fikir, yani bir devlet yönetiminin meşruiyete kavuşmasında ve her şeyden önemlisi devlet olgusunun muteber olabilmesinde kıstasların ne olacağı zorunlu olarak sorgulanacaktır. Bu sorulara cevap ararken, Dede Korkut hikâyelerinde, 17. yüzyılda Nefinin kasidelerinde ve adını saymanın mümkün olmadığı onlarca şairin kaleminde süslenen devlet anlayışını yinelemekte fayda görüyorum. Devlet yetimi kolladığı, açı doyurduğu, çıplağı giydirdiği sürece devlettir. Bunun için çalışmayan mekanizma, devlet değil ancak zorba olabilecektir.