Diyarbakır da alçakların Türk Bayrağı’nı indirdikleri, Bayburt Üniversitesi’nde konuşma yapan bir profesörün “Türk diye bir ırk yoktur” diye konferans verdiği günde, Atatürk Üniversitesi Kültür ve Gösteri Merkezi’nde vatanın ve bayrağın hasretiyle yanıp tutuşan Ahıska Türkleri’nin çok anlamlı bir programları vardı.
Erzurum Ahıskalı Öğrenciler Birliği’nin hazırladığı bu programın konusu “Sürgünün 69. yılında Ahıska Türkleri” idi.
Ahıskalı öğrencilerin tüm yüreklerini ve heyecanlarını koyarak hazırladıkları bu programda resmi yetkililerden ve mangalda kül bırakmayan vatan , millet sevdalılarından kimsecikler yoktu.
Salon yinede öğrenci takviyesi ile konuşmacılara moral verebilecek doluluktaydı.
Oysa yerinden ve yurdundan edilmiş Ahıska Türkleri’nin bu trajik öyküsünü daha yoğunlukta bir dinleyici kitlesinin dinlemesi beklenirdi.
Salonun girişinde Erzurum Kalkınma Vakfı’nın “Ahıskalı kardeşlerimiz; Acınız -Acımızdır / Sevinciniz-Sevincimizdir / Sizlere yapılanları unutmadık / Yanınızdayız” yazılı pankartı izleyicileri karşılarken, şehir adına bir sorumluluğu da yerine getiriyordu.
Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın yürekten okunmasından sonra, “Sürgünün sessiz tanıkları” isimli Ahıska Türkleri’nin yaşadığı tüm çile ve ıstırapları anlatan film ekrana yansıdığında salonda gözünden yaş gelmeyen ve vicdanı sızlamayan hiç kimse kalmamıştı.
Ahu figanların asumana dayandığını gösteren bu kısa filmde, 14 Kasım 1944 yılında evlerinden alınıp hayvan vagonlarına doldurularak Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a sürülen 86.000 Ahıskalı Türk’ün yürek yakan görüntülerini ve o günleri yaşayan canlı tanıkların anlattıklarını dinleyince gözyaşlarımızı yüreklerimize akıttık.
Hele yaşlı bir Ahıskalı teyzenin anlattıkları hiç unutulacak gibi değildi.
80 kişiyle birlikte bir vagona kapatıldıklarını, ölülerini bıraka bıraka gittiklerini, Ekim ayında Özbekistan’a vardıklarını, orada çok çalışıp çocuklarının geleceği için ev yaptıklarını, ama 1989 yılında Fergana olayları ile Özbekler tarafından kıyıma uğradıklarını ve yerlerinden edildiklerini anlatınca salonda müthiş bir sessizlik oldu.
Bu sessizliği Ahıskalı teyzenin “Türk polisine kurban olim, onlar bana hoş geldin ana dediler” sözleri bozdu.
Bu ciğer paralayan görüntülerden sonra Ahıskalı öğrenci Ethem Süleymanov’un; “Ben Ahıskayım” şiir dinletisi hepimize duygulu anlar yaşattı.
Besmele ile konuşmasına başlayan öğrenci temsilcisi Derviş Ensari; “Ecdadın adalet ve hoşgörü ile büyük bir imparatorluğu yönettiklerini ve Ahıskalıların bu imparatorluğun bir parçası olduklarını ifade ederek, gençler adına ümit verici mesajlarla konuşmasını sürdürdü.
Daha sonra kürsüye gelen ve kendisi de Ahıska Türkleri’nden olan Yrd. Doç. Dr. Salimya Ganiyeva bu anma toplantısı için en uygun ülkenin Türkiye ve en uygun şehrinde Erzurum olduğunun vurgusunu yaparak, Ahıskalılar ile Erzurumluların ortak bir kültürü paylaştıklarını ifade etti.
Daha sonra kürsüye çıkan Eczacılık Fakültesi öğrencisi Fatma Memedova “Sıralandı yük vagonlu trenler / Kulaklarda yankılandı sirenler / Viran oldu o girdaba girenler / Bozkırlarda solar şimdi Ahıska”dizeleri ile başlayan “Ahıska Destanı” isimli şiiri okuyunca, sürgüne gönderilen bir topluluğun yaşadıklarını mısralardan dinlemiş olduk.
Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Nezihi Kök Hoca çok güzel bir sunum ile toplantıya renk kattı.
Atatürk’ün “Uyuyan milletler ya ölür, ya da köle olarak uyanırlar” cümlesi ile söze başlayan Ahmet Hoca, Karlofça Anlaşması ile birlikte çözülmenin başladığını, Ahıska’nın Osmanlı topraklarına ilhakını ve daha sonraki tarihi süreçleri anlatarak, sözlerini “Ne mutlu Türküm” diyerek bitirdi ve salondan güzel bir alkış topladı.
Şırnak Üniversitesi’nden gelen ve aslen Ahıskalı olan Yrd. Doç. Dr. Adem Ahıskalı ise konuşmasında özellikle Ahıskalılara yapılanların her platformda anlatılmasını, Ahıskalı gençlerin kendilerini iyi yetiştirmelerini, eğitimde iz bırakmalarını, köklerine sahip olmalarını tavsiye ederek, bilim, sanat, edebiyat, din vs. alanlarda iz bırakmış ünlü Ahıskalılardan bahsederek, Türkiye’nin Ahıskalılara kucak açtığını, 70.000 Ahıskalı Türk’ün Türkiye’ye geldiğini, ama vatandaşlık konusunda sıkıntılar yaşadıklarını dile getirerek, mazlum bir topluluğun haklı feryadını çok güzel ifade etti.
Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Hüseyin Baydemir ise Ahıska Türk’ü denilmesinin yanlış olduğunu, Ahıskalılar denilmesinin daha doğru olacağını, yani Erzurumlu, Erzincanlı, Karslı gibi algılanması gerektiğini, Ahıskalıların bütünün bir parçası oldukların hatırlattı.
Sekiz Ahıskalı öğrencinin amatör ruhla sergiledikleri oyun ise evlerinden alınan ve sürgüne gönderilen Ahıskalıların trajedilerini çok güzel yansıttı.
Programın son bölümünde ise istek üzerine tekrar kürsüye gelen Yrd. Doç. Dr. Adem Ahıskalı’nın vatandaşlık için başvurduğu birimde bir komiserin kendisinden Türklüğünün belgesini istemesi onu çok incitmiş.
Adem Hoca; “Bazı durumlarda kendimizi yabancı hissediyoruz ve bu bizi çok üzüyor” diye haklı sitemlerde bulunurken bizlerde mahcubiyet duyuyoruz.
Zamanında bir bakanın kendilerini üzen sözleri üzerine duygularını mısralara dökecek kadar şairlik yönü olan Adem Bey, içerisinde “Dünyamı yıktın ey bakan” mısrası bulunan şiirini okuyunca, mahcubiyetimiz bir kat daha arttı diyebilirim.
Türkiye’yi Türklüğün tahtı olarak gören Ahıskalıların bu anma gecesi maksadına uygun bir şekilde sona ererken, 14 Kasım 1944 tarihinde 86.000 Ahıskalı Türk’ün sürgünlerini ve bu sürgünde 17.000 Ahıskalı Türk’ün soğuktan, açlıktan öldüğünü, aynı zamanda 40.000 Ahıskalı Türk’ün de Rus ordusu saflarında Almanlara karşı savaştırıldıklarını, bu savaşta 26.000 Ahıskalı gencin öldüğünü bir kez daha dinlemiş olduk.
Bu etkinlikte; vatan ve bayrak gibi kavramların ne kadar aziz olduklarını tekrar idrak edip, Allah kimseyi vatansız ve bayraksız bırakmasın duygularıyla salondan ayrıldık.