Derin uyku, ölümün bir diğer adı belki ölüm öncesi çekilen son sancının provası belki de doğuş anı.
Bir ağacın gün batımında ki kâh uzayan, kâh kısalan bazen de ayaklar altına büzülüp kıvrılan gölgesi gibi.
Ana kucağı, yar kucağı misali?
Kimine ise izbe ve küf kokan isli ama hissiz, pas tadan zindanlarda prangaların işkencesi gibi bitmez bir zulüm.
Göz kapakları uçurumun kıyısında intihar hesapları yapıyor, gitti gidecek.
Ne karşıdan gelen var ne de ardından koşan biri. Her şeyin ama her şeyin anlamını yitirdiği bir an, derin bir uyku hali.
Yalan, külliyen hayatın bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmesi. Eğer öyle olsaydı, o şeritte hiç olmaz mıydı ihtiraslardan, yalan dolanlardan, hile ve desiselerden, bencillikten, nefsinin düşürdüğü zayıflıklardan birer film karesi? Olurdu elbet. Ama yok ki öyle bir şey, tüm gücün ve takatinle taştan yumuşak bir yatak arar benliğin.
Uyku bu; nerede, nereden ve ne zaman geleceği hiç mi hiç belli olmaz. Her an ve her yerde. Belki bir kör kurşunun ıslığında belki keskin bir bıçağın saç kılından ince ucunda.
Belki birilerine giderken veya kendine doğru kaçarken önüne çıktığın model ve markasının hiç önemli olmadığı bir otomobilin asfalt üzerinde bıraktığı o sülfür kokan lastik izinin üzerinde.
Ciğerler hesap bilmez memur misali, kalp ise aksak bir yarış atı. Damarlar düğüm düğüm iplik yumağı, beyin pas tutmuş bir teneke.
Hepsi bahane, taştan yumuşak her ne varsa bir yatağa kıyılan nikahın kerevetine. Beden yorgun, hasta değil. Ruh yorgun o da sapa sağlam. Sadece yorgun. Tek ilacı var, taştan yumuşak her ne varsa yatak misali, üzerinde birazcık ama birazcık uyumak.
Artık hiçbir hükmü kalmamıştır o son model arabanın, altı kişinin omuzlarında giderken. Ne rengi havalı, ne de cafcaflı koltukları.
Gücün en son damlası bir işçinin alın teri misali düşerken toprağa, toprak ıslanır, toprak ısınır, toprak açılır en yumuşak yataktan daha yumuşak.
Belki bu son nefesindir. Belki de bundan sonrası. Ne alacağın aklında ne de vereceklerin umurunda. O koltuğa oturmak için yaptıklarının utancıyla bile kızarmayacak yüz. Kesik kesik soluklar, soluk bir beniz ve intiharı düşünen göz kapakları yaşamak için bırakır kendini uçurumun kıyısından.
Toprak çekiyor tüm bedenin yorgunluğunu. Toprak bir türkü mırıldanıyor ruhuna serinlik veren çeşme misali. Ne belinin ağrısı var aklında ne de uğruna onca uğraşlar verdiğin makamın o bitmez sandığın asaleti.
Birileri konuşuyor, birileri ağlıyor. Birilerinin umurunda bile değil uykuya giden. Boş bir çuval misali beden, ıslak bir kuşun havalanmaya çalışması gibi kanat çırpan bir ruh ve sonunda derin bir uyku.
Şimdi uykunuz yok, biliyorum. Yoksa nasıl okuyabilirdiniz ki bu yazıyı! Ama gün batacak, gece ilerleyecek ama biraz sonra ama daha sonra, ne zaman ve nerede, hiç belli olmaz, gelecek elbet uykunuz.
Uykum geldi! Umurumda değil artık hiçbir şey! Tek muradım, taştan yumuşak yatak misali bir yer!