YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç geçtiğimiz günlerde CNN yayınında Hakan Çelikin sorularını yanıtladı. Cevaplarında tartışmaya yol açabilecek söylemlerden kaçınmaya çalışan hocanın, akademik bir metodoloji ile konulara yaklaşması ise konuya ilişkin soruların cevaplanması adına oldukça yararlıydı. Hocanın üzerinde en çok durduğu konu kuşkusuz ki Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin İstanbul Üniversitesinden ayrılması oldu. Saraçın sorular karşısında cevaplarını yönelttiği bir diğer nokta, ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duranın istifasıydı.
İhtiyatlı söylemleriyle dikkat çeken Yekta Saraç Hocanın, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin, İstanbul Üniversitesi'nden ayrılması ile yalnızca Türkiyede değil dünya çapındaki sıralamalarda da üst sıralara yükseleceğine dair çalışmalar sonucu ulaşılmış buluntulara sahip olduklarını belirtmesi, kuşkusuz ki umut vaat eden ve bu yöndeki temennileri cesaretlendiren ifadelerdi. Ancak, söz konusu buluntuların yalnızca sözde kalmayarak belgeler ve bilimsel veriler ile fakültenin üniversiteden ayrılmasına karşı tepki gösteren milyonlarca insan ile paylaşılması gerekliliğinin şu an için eksik kaldığını ifade etmek gerekir.
Yekta Saraçın cevaplarından öne çıkan bir diğer başlık ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı'nın istifası vakası üzerinden üniversiteler ve siyaset ilişkisiydi. Siyasi figürlerin üniversiteleri ziyaret etmesinde bir sakınca olmadığını, bilakis bu ziyaretlerin gerekli olduğunu dile getiren Saraçın bu cümlelerini takip eder bir soruyla fakülte bahçelerinde siyasi propagandaya nasıl bakmalıyız? çıkışı ise anlamlandırılması güç bir tablo ortaya çıkardı. Zira; bir siyasi figürün bir üniversiteyi ziyaret etmesinde bir sakıncanın olmadığının belirtilmesi, o siyasi figürün üniversitede gerçekleştireceği konuşmaların, eylem ve faaliyetlerin de sakınca doğurmamasını beraberinde getirmez mi? Sahi, bir siyasi figürün seçim döneminde veya değil bir üniversiteyi ziyaret etmesindeki maksat başka ne olabilir ki? Üniversitenin rektörünün söz konusu siyasi kimliğin ahbabı olması ve birlikte çay içmelerine mi müsaade ediyor YÖK yalnızca?
Söz konusu tavrın bu soruları cevapsız bırakması bir kenarda dursun, hocanın odaklandığı bir diğer nokta üniversite mensuplarının siyaset ile ilişkisiydi. Öğrencilerin ve hocaların birinci vasfının öğrencilik ve hocalık olduğunu belirtmekte son derece haklı olan hocanın gözden kaçırdığı nokta ise ülkenin siyasi dinamiklerine duyarlı olmanın ve birtakım siyasi gereksinimlere sahip olmanın öğrencilik ve hocalık yahut herhangi bir meslek sıfatından sıyrılıp atılabilecek nitelikler olmaması. Diğer bir deyişle, siyasete ilgi duymak yahut anayasal haklar çerçevesinde bu ilgiyi çeşitli yollarla ifade etmek kişinin giyip çıkarabileceği bir ceket, bir palto değildir.
Misal, bir tıp fakültesi hocasından beklenen fakültedeki odasına geldiğinde bu siyasi kimliğinden soyunmak değil; radikalleşmiş, benim gibi düşünmeyen var olmasın yaklaşımından yahut siyasi görüşlerin onda doğurabileceği önyargılardan arınmaktır. Dolayısıyla, üniversitelerdeki siyasi faaliyetlerle ilgili potansiyel sorun, öğrencilerin ve hocaların siyasi faaliyetlerde bulunması ve üniversitenin de buna tarafsızlık ve hakkaniyet çerçevesinde imkân oluşturması değil, kişilerin bu görüşleri doğrultusunda meslek etiğini ve liyakati hiçe saymalarıdır.
Somut bir örnek verilecek olursa, Sayın Saraç ve YÖK kadrosu üniversitelerdeki siyasi yapılanma ile ilgili birtakım çürümüşlüklerle ilgili önlemler almak istiyorlarsa; bu önlemler, kişilerin siyasi görüşe sahip olmalarını ve bunları etik kuralları çerçevesinde faaliyete dönüştürmelerini değil, bugün üniversitelerde çığırından çıkmış olan; siyasi görüşe, eş dost ahbaplığa göre gerçekleşen atamaları, yükselmeleri ve görev dağılımlarını konu almalıdır.