Silahlı çatışma, devletler arasında silahlı güce başvurmak, hükümetlerce organize bir biçimde uzun süreli silahlı mücadeleye girmek olarak tanımlanabilmektedir.
Silahlı çatışmanın sınırlarını belirleyen ve çatışmalar sırasındaki yasak eylemleri belirleyen anlaşmalar; özellikle birinci ve ikinci dünya savaşlarının ardında bıraktığı milyonlarca ölümün ve tamiri imkânsız yıkıcı etkilerin ardından hızla uluslararası düzeyde kabul görmüştür.
1949 Cenevre Sözleşmesi silahlı çatışma hukukunun düzenlendiği en kapsamlı sözleşme konumundadır. Buna göre; silahlı çatışma hukukunun temel ilkeleri, savaşa katılanlar ve fiilen savaşa katılmayanları ayırt etme, bir savaşta hedefe ulaşmak için yeterli askeri gereklilik dışında güç kullanmama, gereksiz acıya sebebiyet vermeme ve orantılılıktır. Cenevre Sözleşmesi ve uluslararası silahlı çatışma kurallarının düzenlediği bir diğer önemli konu ise çatışma bölgelerinde sağlık tesislerinin ve personellerinin korunmasına ilişkindir.
Kuşku yok ki söz konusu normların önemi; bu normların ihlalinde savaş suçlularını tespit etmekte ve gerekli yaptırımları uygulamakta yatmaktadır. Son 10 yıl içinde Suriyede, Afganistanda ve Yemende bulunan hastanelere yapılan saldırılar, 2008-2009 yılında Gazzede yine hastanelerin ve sağlık personellerinin hedef alınması; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından kabul edilen raporlarca da (Goldstone Raporu) silahlı çatışma hukukunun açık ihlali olarak tescillenmiştir.
Sağlık birimleri ve personellerine gösterilmesi beklenen korumanın ihlalinin bir tekrarına yine Gazzede 1 Haziran günü hemşire Razan Al Najjarın İsrail güçleri tarafından öldürülmesi ile rastlandı.
Gazze İsrail sınırında gönüllü olarak yaralılara ilkyardım sağlayan 21 yaşındaki hemşire, iddialara göre yine bir kadın keskin nişancı İsrail askeri tarafından göğsünden vurularak öldürüldü. Hemşire Razanın öldürülmesi, Türkiyede ve dünyada geniş yankı uyandırırken, bu yankıların radikal anti-Siyonist ve yalnızca insani duygularla meydana gelen itirazlar olmadığına vurgu yapmak gerekir. Zira yukarıda da hukuki altyapısının hazırlandığı üzere; bir hemşirenin öldürülmesi, bir hastanenin bombalanması yahut kişilerin tedavi almasının önüne doğrudan veya dolaylı olarak engellerin konması, bir savaş gerekliliği değil uluslararası düzeyde de kabul gördüğü üzere bir savaş suçu ve insan hakları ihlalidir. Dolayısıyla binlerce insanın katıldığı Razan hemşirenin cenaze töreninde babasının kucağında tuttuğu bir zamanlar bembeyaz artık kanla kaplı hemşire önlüğünün kameralarca kaydedilmesi,gazeteleri dolduran bir duygu gösterisi değil, bir savaş suçunun belgelenmesidir.
Uluslararası düzlemde, haklı bir savunma için hukuki altyapının yerleştirilmesinin yanında, olayları bir intikama çevirecek nefret söylemlerinden uzak durulması gerektiği de vurgulanmalıdır. Nihayetinde bugün, Güvenlik Konseyi toplantılarında ve çeşitli alanlarda Filistindeki katliamın karşısında olduklarını açıkça belirten Avrupa Devletlerinin, gözünü intikam ve nefret bürümüş İslami oluşumları da desteklemeyecekleri açıktır.
Bu nedenle, tepkilerin ve eylemlerin temeline hukukun üstünlüğünün konulduğuna ve haklı durumun haksızlığa dönüşmediğine emin olunmalıdır.