İftardan birkaç dakika önce cadde ve sokaklarda kimselerin olmaması yani şehirdeki müthiş sessizlik ve iftar sonrası cadde ve sokakların insan seliyle dolması, Erzurum'a has bir manzaradır.
Erzurumlular, sahur'a, "zöhör" derler.zöhör'e kalkmak geçmiş dönemlerde ramazan davulcuları sayesinde olurdu.
Alarmlı saatler, Akıllı telefonlar ve Televizyon 'un olmadığı o günlerde ramazan davulcuları önemli bir görevi ifa ederdiler.
Davul ve zurna eşliğinde sokakları dolaşan davulcular, okudukları manilerle bir kültürü yaşattıkları gibi oruç tutacakları da sahur'a kaldırırlardı.
Davulcular sokak aralarına dağıldıklarında ,isteklerini veya şikayetlerini "Davulumun ipi kaytan/Sırtımda kalmadı mintan/Verin beyler bahşişimi/ Alayım sırtıma mintan" veya Yeni cami direk ister/Söylemeye yürek ister/Benim karnım toktur amma/ Arkadaşım börek ister" şeklindeki manilerle ifade ederlerdi
Davulculara sahurluk ikram edilmesi ve bahşiş verilmesi marifet,iltifat ilişkileri içerisindeki güzel bir uygulamaydı.
Günümüzde trampetle bu uygulanmanın yapılmak istenmesi işin aslı ile uyuşmamaktadır.
Teknolojik imkanların kıt olduğu dönemlerde, iftar vaktinin tespit edilmesinde ve bildirilmesinde bir takım metotlar kullanılırmış
O günlerde. Solakzade Müftü Efendi , iftar vakti geldiğinde Yoncalık'ta bulunan evinin penceresine çıkar, elindeki bayrağı sallarmış. Bu bayrağı gören kaledeki görevlide, topu ateşleyerek vaktin geldiğini duyururmuş.
Müftü efendiden sonra bu görevi , İhmal İmamı Mehmet Efendi yerine getirmiş, o da fener sallayarak kaledeki görevliye vaktin geldiği mesajını verirmiş.
Erzurum kalesindeki ramazan topunun ateşlendiğini, çocukken çok seyrettiğimiz olurdu.
Topun ateşlendiği sırada etrafa yayılan bez parçaları bir hayli çevre kirliliği yapardı.
Ramazanın çarşıdaki yansımalarından biride sele içerisinde rengarenk horoz şekeri satan seyyar esnaflardı.
"İftariye horoz şekeri" diye bağıran bu esnafların sattıkları şekerler, horoz şeklinde olduğu gibi başka şekillerde de( tren,deve) olurdu.
Çocukları cezbeden bu şekerler özellikle oruçlu olan çocuklara hediye edilirdi.
Çocuklar arasında oruç tutmak elbette ki arzulanan bir durumdu, ama yaşları itibariyle çocukların her gün oruç tutmaları beklenemezdi.
Çocuklarda kendi aralarında "Oruçmusan,Horozmusan" şeklinde bir sorgulama yapardılar veya dillerine bakarak oruç olup olmadıklarını anlamaya çalışırlardı.
Çocuklar, Oruç tutmayan birini gördüklerinde "Oruç yiyen, horoz yiyen, bin deveyi birden yiyen" diye bağırarak onu kızdırırlardı.
Ramazan ayının faziletinden dolayı zekat ve yardımların yapılması "Bir elin verdiğinden diğer elin haberi olmadığı" prensibi içerisinde yapılırdı, bu hassasiyet günümüzde de gösterilmektedir.
Eski dönemlerde bazı büyüklerimiz otelleri bir bir dolanırlarmış ve buldukları insanları iftar sofralarına davet ederek, onlarla beraber iftarlarını açarlarmış.
Ramazanın on beşinden sonra yakın akrabalar ve dostlar arasında başlayan iftar davetleri de yine şehrimizin Ramazana ait güzel adetlerindendir.
Devam edecek??