Haber Girişi : 22 Kasım 2016 09:05

Türkiye'nin yıldızının parladığı anlar

Türkiye'nin yıldızının parladığı anlar
Geçenlerde kütüphanemi düzenlerken gözüme StefanZweig'in"İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar" kitabı ilişti. 
Hoşuma giden, biraz da asabımı bozan kitaplardandır.
Hoşuma gider, şiirseldir. Yeni ufuklar açar, bir solukta okunacak güzel bilgiler sunar, sayfalarına misafir gelenlere. 
Kitabın, Bizans'ın Fethi bölümü, bir haçlının zihin sancısını, gönül acısını yansıtır. 
Fatihi, evet, över, takdirini esirgemez. Lakin yakışıksız, doğru olmayan ithamlarla okurunu zehirlemekten de kaçınmaz. 
Asabımı bozan kitaplar arasına girmesi o yüzdendir. 
***
Yazara göre, Sultan Mehmed ve Türk Milletinin yıldızının parladığı an, fethin gerçekleştiği andır. 
Hazır misafir olmuşken kitaba, işte o bölümden altını çizdiğim satırlara birlikte göz gezdirmeye ne dersiniz?
***
Büyük zaferin ikinci günü öğleden sonra. Mehmet artık kente giriyor. Büyük bir ağırbaşlılık vegururla muhteşem atına binmiş, yağmacı askerlerinin ganimet için birbirleriyle boğuşmalarına hiçaldırış etmeden yanlarından geçiyor, verdiği söze bağlı kalarak kendisine utku kazandıranaskerlerini, ganimet paylaşımı sırasında rahatsız etmek istemiyor.
***
Mehmet'in kendisi herhangi birkazanç peşinde değildir.
Onun tek bir amacı vardı, o da İstanbul'u ele geçirmekti.
Şimdi bu amacı gerçekleşmiştir.
***
Atını doğruca Bizans'ın parlayan güneşi Ayasofya'ya sürüyor.
Elli günden daha uzunbir süre, çadırında hep bu ulaşılmaz gibi görünen pırıltıya, Ayasofya'nın görkemli kubbesine bakmıştı. Şimdi utku kazanmış bir sultan olarak Ayasofya'nın tunç renkli kapısından içeri girebilecektir.
***
Ancak Mehmet, bir kez daha sabırsızlığını yenmesini biliyor: Bu kiliseyi, İslam'ın bir mabedi olarak sonsuzca yaşaması için Allah'ına adamadan önce, şükran duygusunu dile getirmek için büyük bir alçakgönüllülükle atından iniyor ve alnını yere sürüp dua ediyor.
***
Daha sonra, yerden bir avuç dolusu toprak alıyor ve başının üzerine serperek, kendisinin de ölümlü olduğunu, kazanılan utku ile böbürlenmemesi gerektiğini anımsamak istiyor.
Kulluk borcunu ödedikten sonra Sultan, tekrar ayağa kalkıyor ve Tanrı' nın en sevgili kulu olarak Ayasofya Kilisesi'ne, Justinianus' un kutsal katedraline giriyor.
***
Sultan, büyük bir merakla ve kendinden geçmiş olarak bu eşsiz yapıyı, mermer ve mozaikleriyle pırıl pırıl yanan yüksek kubbelerini, boşluğa doğru uzanan zarif kemerlerini, yeniden yenidensüzüyor.
Bu inanç abidesinin, bu görkemli sarayın kendisine değil, ulu Tanrısına ait olduğunu hissediyor. Hemen bir imam getirtiliyor. Minbere çıkan imam, oradan İslam'ın, yerine getirilmesi gereken koşullarını anlatırken, Padişah da yüzünü Mekke'ye çevirmiş olarak, dünyanın tek hâkimi olan Allah'a, bu Hıristiyan kilisesi içinde ilk namazını kılıyor.
***
Ertesi gün, ustalara Hıristiyan dininin bütün işaretlerini derhal yok etmeleri buyruluyor.
Mihraplar yıkılıyor, üzerlerinde dinsel resimlerin ve azizlerin yer aldığı mozaikler badana ile örtülüyor ve yeryüzünün bütün acılarını kucaklamak istercesine bin yıl boyunca kollarını açmış olan Ayasofya'nın tepesindeki haç, boğuk bir gürültüyle alaşağı ediliyor.
***
Gürültü, kilisenin dışına da taşıyor ve yankılar bırakıyor.
Batı dünyası, bu gürültüyle uykusundan uyanıyor.
Korkunç haber, Roma, Venedik ve Floransa gibi kentlerde, bir anda duyuluyor ve şok etkisi bırakıyor.
Uyarıcı bir gök gürültüsü gibi hızla Fransa'ya ve Almanya'ya ulaşıyor. Dehşete kapılan Avrupa, kayıtsız kalması yüzünden, açık unutulan şu lanet olası kapı, Kerkaporta'dan içeriye giren ve insanlık tarihinin akışını değiştiren yıkıcı bir gücün, yüzyıllar boyunca ellerini ve kollarınıbağlayacağını ve hareketsiz bırakacağını anlıyor.
***
Fakat insan yaşamında olduğu gibi tarihte de, kaybolmuş bir ânın yakınıp dövünmekle geri getirilebileceği hiç görülmemiştir.
Bir tek saatin kaybettirdiği şeyi, bin yıl geri getiremez.
***
Yaaa işte böyle?
Gerçekten o an haçlı âleminin yıldızının söndüğü andı. 
Bizim medeniyetimizin yıldızının parladığı andı. 
Haçlı yüreklerin titrediği andı. 
Dünya Müslümanlarının gurur ve sürurla mest olduğu andı. 
Ve onlar için kaybolmuş bu anın geri gelmesi gerçi uzun sürdü, ama bin yılı da bulmadı.
***
Sözü nereye getireceğimi merak ediyorsunuz, biliyorum. 
Bunda doğrusu ben de zorlanıyorum!
Evet, kitaba tekrar misafir olmam tesadüf eseriydi. 
Ama bu bölümü size aktarmaya, Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz'un "İdam geri gelirse, AB müzakeleri durur" tehdidinden sonra karar verdim.
Buna benzer lakırdıları çok işittik. 
Sineye çektik. 
Sayın Cumhurbaşkanımızın bu küstahlık karşısında çektiği rest fevkalade isabetlidir, yerindedir, milletin hissiyatının ifadesidir. 
AB'nin bayrağında yer alan yıldızların yanında, sönük bir yıldız olarak ne işimiz var? 
Önce yıldızımızın parlayacağı anı bekleyelim?
"Uyarıcı bir gök gürültüsü" gibi gök kubbeye yeni milli haykırışlar salalım. 
Sonra, o kölelik kapısında ne işimiz olur ki?
***
Arkadaşlar, Fatih dedemizin, utku kazanmış bir sultan olarak Ayasofya'nın tunç renkli kapısından içeri girdiği gün, önünde yıllardır iki büklüm temanna ettiğimiz AB kapılarının bize kapandığı gündür, farkında değil misiniz?
****
Stefan Zweig'in kitabı hakkındaki sözleriyle bitirelim yazımızı: 
'Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate,  çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara,  bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır.
Ben böyle anları İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar diye adlandırdım;  çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi, hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar."
Türkiye'nin yıldızının tekrar parlayacağı o kutlu an yakındır, biliyorum. 
Erzurum'un da tabi?

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.