Türkiye, bölgedeki terör tabanlı oluşumların gelişmesinin önüne geçmek ve sınır hattında bir terörist yetiştirme kampına dönüşecek Kürt Yönetimi'nin kurulmasına engel olmak için Afrin'e müdahalesine 20 Ocak itibariyle başlamış bulunmakta. Ulusal medyada olduğu kadar uluslararası medyada da geniş yankı uyandıran Zeytin Dalı operasyonu; bölgedeki Arap ve Kürt çoğunluktan oluşan sivil halkın üzerinde kurulan askeri, ekonomik ve sosyal baskının sona erdirilmesi açısından da büyük önem taşımakta.
YPG'nin politik kolu PYD, açıklamalarında şu ana dek yedi insanın öldüğünü kaydetse de aralarında CNN, The Guardian'ın da bulunduğu birçok gazete, yedi kişinin de saldırı amacıyla orada bulunan silahlı güçlerden olduğunu dünya kamuoyunun bilgisine sunmuş durumda. Öte yandan Türkiye, operasyonlar sırasında sivillerin can güvenliklerine hassasiyet göstermesinin yanında, orada bulunan baskıcı yönetimlerin tasfiyesiyle sivillerin bundan sonraki yaşamları için de yapıcı bir adımda bulunmuş olduğunu diplomatik kanallarca dünyaya duyurmakta.
Birleşmiş Milletler verilerine göre; 2016 yılının şubat ayından bu yana, Suriye'de 470 bin sivil hayatını kaybederken 4.8 milyon insan mülteci olarak ülkelerini terk etmek durumunda kalmıştır. ''Sivil seyreltme'' ismini verdikleri politikayla muhalif desteği kırmak ve rejim karşıtlarını bulundukları bölgelerden göç ettirmek isteyen Rusya'nın hastaneleri hedef almasından, ABD'nin Esad rejimini zayıflatmaya çalışırken, rejim taraftarı halkın ölümüne sebep olan hava saldırılarına kadar çoğaltılabilecek onlarca örnekte olduğu gibi, Suriye'deki savaş da şüphesiz ki en büyük ve geri dönülmez zararlarını sivil halkın hayatı üzerinde oluşturmuştur.
Rejimin muhalif güçleri, muhaliflerin Esad'ı suçladığı kimyasal silahlı saldırılardan sonra dünya gündeminde birkaç gün konuşulup unutulan yanmış insan vücutları düşünüldüğünde; büyük ülkelerin, egoları ülkelerinden de büyük başkanlarınca sürdürülen küçük düşünülmüş adımlarının güvenli bir ülkeden başka hayali olmayan insanları o sığ politikalarında boğduğunu söylemek haksız olmayacaktır. Öyle ki, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'nce yayımlanan duyurular sonucunda oluşturulan fonun sağladığı insani yardımın güvenli koridorların kapatılması nedeniyle bölgeye ulaştırılması zaman zaman imkânsız hale gelmiştir.
Yukarıda bahsedilen sivil katliamı göz önünde bulundurulduğunda; Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesinde sivillerin güvenliği ile ilgili atacağı adımlar, dünya genelinde gazetecilerce, insan hakları savunucularınca yakından takip edilmektedir. Türkiye ise, tüm dünyanın gözü kendisine çevrilmişken; Afrin kırsalında yaşayan halkı, PYD'nin karargâhlarından uzaklaşmaları için uyarması başta olmak üzere, attığı adımlarda uluslararası diplomasi kurallarını takip etmesi ve Suriye'nin toprak bütünlüğünden taraf olduğunu her seferinde vurgulaması ile Zeytin Dalı operasyonunu daha önceki ABD ve Rusya müdahalelerinden ayırmış durumdadır. Bundan sonraki süreçte öncelikle YPG sözcüleri olmak üzere çeşitli kesimlerce Türkiye'nin haklı mücadelesi kirletilmeye ve dünya kamuoyunun gözünde Türkiye aleyhinde bir yargı oluşturulmaya çalışılacaktır.
Bu hususta ise Türkiye'nin askeri müdahalelerde yüzde yüz başarı politikası gütmesine paralel olarak diplomatik adımlarını da fevri açıklamalardan uzaklaşarak atması ve müdahalelerin bir parti, bir şahıs kararı değil de Türkiye Cumhuriyeti'nin içteki ve dıştaki güvenliği için gerekli adımlar olduğunu vurgulaması büyük önem taşımaktadır. Ek olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, iktidar ve muhalif parti liderlerinin, sözcülerinin sosyal medya resmi hesapları üzerinden, düzenledikleri basın toplantıları ile yaptığı açıklamalardaki ihtiyatlı tavırları devam ettirilmeleri ve operasyonların ismiyle müsemma barış odaklı dinamiğine zarar verecek adımlardan kaçınılmalıdır.
Söz konusu süreçte; Türkiye'nin haklılığını destekleyecek bir diğer unsur, Orta Asya'dan bu yana Türk Devletleri tarafından masumların yaşamının dokunulmazlığına gösterilen hassasiyet olacaktır. Nitekim; 1492'de Elhamra Kararnamesi ile İspanya'dan kovulan Yahudilere dil, din, ırk birliği gözetmeksizin topraklarını açan II. Beyazıt, 1944 yılından başlayarak 345 bin Bulgaristan Türk'üne ''Yakın Akraba Göçü'' adı altında kucak açan CHP yönetimi ve yakın zamanda dünya ülkelerinin çoğu kapılarını sıkı sıkı kapatırken Afganlılara, Iraklılara ve Suriyelilere kapılarını açan AKP iktidarı, Türk Devlet geleneğinin sivil hayatına gösterdiği önemi bir kez daha ortaya koymaktadır.
Nihayetinde; bir devletin, gelecek nesillerine bırakabileceği en kıymetli miraslardan biri, devletler, hâkim ideolojiler, kişiler değişse de değişmeden varlığını sürdürecek insani değerlerdir. Bu nedenledir ki, aynen Sefarad Yahudileri'nin Osmanlı'da baş üstünde tutulduğu dönemden bugüne olduğu gibi, dünya dinamikleri topyekûn değişmiş olsa da ve artık ne II. Ferdinand'ın ne de II. Beyazıt'ın hükümranlığından söz etmek imkânsız olsa da insan onurunun gözetilmesinin unutulmaması gibi bundan yüzlerce yıl sonra da Afrin'in ismi artık Afrin değilken, belki de Orta Doğu'nun düzeni tamamen değişmişken ebedi kalacak değer; insani yaklaşım olacaktır. İşte tam olarak da bu yüzden, Türkiye sivil hayatına gösterdiği bu özen ile yüzyıllar sonra da Afrin'deki halkın torunlarının zihnindeki yerini koruyacaktır.