Yaz aylarının gelmesi ile hakkında birçoğunun sabotaj olabileceği iddiası bulunan orman yangınlarının artması, açılan orman arazilerine yüksek rantlı işletmelerin yapılması vicdanlı herkesi rahatsız etmekte. Öte yandan yabancı firmaların da dahil olmasıyla gerçekten orman tahribatları, Türkiyenin ormansızlaşan dünyanın orman ihtiyacını karşılamak için mi kullanıldığı sorularını gündeme getirmekte. Bu nedenlerle orman konusunun nasıl hukuki temelde ele alındığını görmek üzere ormanlar Türk hukuk tarihinde ne yollarla nasıl korunmuştur, önemi artan mülkiyet hakkı karşısında orman kadastrosu nasıl bir çatışma yaratmaktadır, sizler için araştırdım.
Orta Asya yaşamının Türk toplumuna kazandırdığı en önemli geleneklerden bir tanesi de ağaç sevgisidir. Ağaçları ihtiyaçlarına cevap verecek ölçüde kullanan halk yine bu ağaçlar hakkında methiyeler dizmiş, efsanelerine konu etmiştir. Zaman içerisinde ağaç, su, toprak gibi doğal unsurların insanların hayatının devamlılığı için gerekli olmasının ötesinde, endüstriyel üretim, ordu ve ticaret açısından da son derece değerli olduğunun fark edilmesi ile ormanlara bakış açısı da yeniden şekillenmiştir. Nitekim öğretideki bilgilere göre Osmanlı Devleti döneminde ormanlar ilk olarak ordunun ve sarayın ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılmış bunun dışında ormanlara ilişkin bir koruma sağlanmamıştır.
Ormanlar da su kaynakları gibi herkesin yararlanabileceği tükenmeyecek doğal unsurlardan görülmüştür. Endüstri devriminin çevre üzerindeki yıkıcı etkilerinin ortaya çıkması ile dünyada ormanların önem kazanması Tanzimat Döneminde de etkilerini göstermiştir. 1869 yılında ülke ormanlarının hukuki statülerini belirlemek amacıyla Orman Nizamnamesi yürürlüğe girmiş fakat bu nizamname ile amaçlanan sonuca ulaşılamamış, bilakis devlet ormanlarının da kasti yahut kasıt dışı yanlış tespitler sonucu kişiler lehine tescil edilmesi sonuçlarıyla karşılaşılmıştır. Bununla birlikte Osmanlı Devletinin son yıllarında doğrudan ormanların korunmasını hedefleyen çabalara rastlansa da bu girişimler başarılı olamamıştır.
Yeni cumhuriyet ise yangın yerine dönmüş ülkede halkın ihtiyaçlarının karşılamasına engel olacak bir uygulama yapmak istememiş, bugünkü bakış açısı ile değerlendirildiğinde ormanlar bakımından bir felaket teşkil edecek biçimde orman köylülerinin ormanlardan yararlanmasını yasallaştıran Baltalık Kanunu çıkarmıştır. Bu kanun için yapılan vatanı vatan için istismar etmek nitelemesi bu açıdan isabetlidir.
Kanunun sebep olduğu tahribatlar, ormanların devletin tasarrufu altında bulunmasının ormanların devamlılığı için önemini göstermiş ve dünyada giderek artan orman farkındalığı sonucu ormanlar üzerindeki hak durumları ve ormanların korunması 1937 yılında yasalaştırılmıştır. Bu yasa, bugün hala doktrinde orman davasının bir medeniyet davası olduğunun anlaşılmış olmasının göstergesi kabul edilmektedir. İlerleyen yıllarda ise ormanların muhafazasına ilişkin yasal sürecin rengi değişmiş 1945 yılında kabul edilen yasa ile ormanların tamamının devletin tek taraflı işlemi ile devletleştirilmesine karar verilmiştir. Bedeli ödenmeden yapılan devletleştirme uygulamaları ve uygulamadaki aksaklıklar, devlet ile halkı karşı karşıya getirmiş ve CHP hükümetini halkının toprağına el koyan devlet sıfatına büründürmüştür.
Halkın bu kanuna tepkisi o kadar sert olmuştu ki yine o dönemde, 1945-1946 yıllarında, orman suçları Türkiye Cumhuriyeti tarihi için rekor sayılara ulaşmıştır. Oysa devletin amacı özel mülkü ihlal etmek değil Orman Kanunun öngördüğü kadastro faaliyetleri, teknik ve ekonomik imkansızlar nedeni ile çok uzun süreceği için ormanların tahribatının önüne geçmekti.
100 yıla yakın bir süredir devam eden bu süreç, tüm ekonomik hakların temelini oluşturduğu kabul edilen mülkiyet hakkı ve ormanların insan yaşamı için teşkil ettiği önem arasında bir çelişki ile sürüp gitmektedir. Geçtiğimiz on yılın öncesinde Yargıtay, orman kadastrosu sonucu hazine adına tescil ettirilen ormanlar üzerinde hak iddiası olanların devletten tazminat talep ettikleri davaları reddetmekteydi. Buna karşılık, 2008-2009 yılları ve devamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin devleti tazminata mahkûm ettiği kararlarından sonra Yargıtayın içtihadı da değişmiş, bu kapsamda kişiler devletten taşınmazlarının bedelini isteyebilir hale gelmiştir. Peki devletin tasarrufunda bulunan ormanlar korunmuş mudur, Türkiye yeşil iklimine gözü gibi bakmış mıdır? Git gide kırsal hale gelen Türkiyeyi gösteren uydu görüntüleri; devletin tasarrufu altına alınmakla ormanların korunmasının aynı anlama gelmediğini göstermektedir. Bu halde ne yapılmalıdır, nasıl bir yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır sorularının yetkililerin gündemini meşgul etmesi dileği ile