Bugünlerde faiz, riba, tefecilik, murabaha, nema, kâr payı, hibe sözcüklerini sıkça görsel ve yazılı basında duymaktayız.
Bu sözcükler daha çok iktisadi anlamda kullanılan sözcüklerdir.
Faiz sözcüğü Arapça bir sözcük. Ancak Kuran’da ve hadislerde geçmez. Ekonomi anlamıyla faiz: İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, ürem, nema. Yine Kapitalist ekonomide, artık değerin değişikliğe uğramış biçimi olarak paranın fiyatı, kiralanan paranın kira bedeli anlamındadır.
Riba Arapça bir sözcük, Kuran’da ve hadislerde faiz değil riba kelimesi geçmektedir. Sözlük anlamıyla riba; artma, fazlalaşma, yükselme demektir. Eldeki malın artışı, birinin dağın tepesine çıkışını, topluluğun içinde şerefinin yükselişini ifade eder. Ödünç işlemlerinde ve alışverişte karşılığı bulunmayan hakiki veya hükmî fazlalık. Her türlü artışı ve yükselişi gösterir. Fıkıh/hukuk olarak; borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Türkçe ’de kullanılan “faiz” kelimesi Arapça kökenli olduğu halde genelde ribâ ile eş anlamlı kabul edilir.
Riba ile ilgili ayetler şunlardır:
“O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, "Alış-veriş de riba gibidir." demişlerdir. Oysaki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.” Bakara 275. “Allah, ribadan beklenen artışı mahveder, sadakalar karşılığında artışlar getirir. Allah, nankörlüğe batmış günahkârların hiçbirini sevmez.” Bakara 276.
“Ey iman sahipleri, Allah'tan korkun. Ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın.” Bakara 278. “Eğer bunu yapmazsanız, Allah ve resulünden bir harp ilanını duymuş olun. Tövbe ederseniz, mallarınızın esasları/anaparalarınız sizindir ne zulmeden olursunuz ne de zulme uğratılan.” 279. “Eğer borçlu zorluk içinde ise eli genişleyinceye kadar beklenir. Borcunu sadaka olarak ona bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” Bakar 280. “Ey iman sahipleri! Ribayı öyle kat kat katlayarak yemeyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz.” Al-i İmran 130. “İnsanların malları içinde artsın diye riba olarak verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah'ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir.” Rum 39.
Tefeci: El altından yüksek faizle ödünç para veren kimse, faizci, murabahacı:
Tefecilik: Faizcilik.
Arapça bir sözcük olan murabaha; kişilerden hukuki sınırı geçen bir miktarda faiz alarak borç para verme olayı.
Murabahacı: Ticari bir malı çok fazla kârla satan kimse. Arapça bir sözcük olmasına rağmen Kur’an’da ve hadislerde murâbaha kelimesine rastlanmamaktadır.
Nema da Arapça sözcük: Büyüme, gelişme, çoğalma. Ekonomi de faiz anlamınadır.
İslam dini bir devlet yönetim sistemi, bir iktisadi sistem ya da bir hukuk sistemi getirmiş midir? El cevap hayır. İslam bir dindir. İnsanlar hangi dine inanıyorlarsa o dinin ahlaki, itikadi, hukuki, iktisadi, edebi, felsefi ve siyasi anlayışlarını oluşturabilecek akli ve ilmi yeterlilikleri varsa siyasi, hukuki ve iktisadi sistemleri oluştururlar. Bu sistemler de din değildir. Max Weber Protestan Ahlakı, Kapitalizmin Ruhu adlı eserini yazdı. Bu din kitabı değil, iktisat kitabıdır. Bizim fıkıh kitapları bir din kitabı değil, fıkıh/hukuk kitabıdır.
Batı uygarlığı iktisadi anlayış olarak kapitalizm ve onun alternatifi komünizm sistemini üretti. Soğuk savaş döneminde ideolojiye dönüşen bu sistem sahipleri kıran kırana savaştılar. Asya toplumu olan Rus, Çin ve Vietnam komünizmi seçince Vietnam’da Rusya ve Çin birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı savaşa tutuştu. Binlerce değil milyonlarca insan öldürüldü. Küba’nın Sovyetlerin yanında yer alması ve Küba’nın komünizmi seçmesi A.B.D ile iki ülkeyi nükleer başlıklı füze savaşı eşiğine getirmişti. İspanya iç savaşında cumhuriyetçilerle solcular arasında ki savaş milyonların ya öldürülmesi ya da sürgün edilmesiyle sonuçlandı. Bazı Güney Latin Amerika devletleri, Afrika devletleri ve Arap devletlerinin sosyalizmi seçmeleri bunun cabasıdır. Bütün dünyayı değiştiren ve dönüştüren kitaplardan Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği ve Karl Mark’sın Ekonomi Politiğin Eleştirisi üzerine Das Kapitali ve Komünist Manifestosu olmuştur. Bizde de komünizm sistemine heveslenler olduysa da Atatürk bu sistemin bize uymadığını belirterek düşünce kapılarını kapattı.
Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde “iktisat” ilmi okutulmadı. Böyle bir ilim de yoktu. Bu nedenle de “iktisadi akıl” yeterince gelişmedi. Bu konular hukuki/fıkhi açıdan daha çok helal-haram, caiz-caiz değil gibi açısından inceleniyordu. İktisat düşüncesi bu açıdan yapılıyordu. Dünyayı iktisadi açıdan daha iyi anlama çabası bilim çevrelerinde okutulmayınca Batının sömürgeci ülkesi durumuna düştük. Hala bocalıyor, düşe kalka ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bugün bazı üniversitelerde İslam Bankacılık ve Finans üzerine bölümler açılarak çalışmalar yapılmaktadırlar. Türk iktisat tarihimiz var ancak iktisat üzerine düşünürümüz yok. Olsaydı Türk bankacılığı diye bir anlayışımız olurdu. Dahası Sultan II. Abdülhamit Galata Bankerlerinden faizli para alır mıydı?
1910 yılında yayın hayatına Kayseri’de başlayan Erciyes Gazetesi’nde Osmanlının son çırpınış dönemin en önemli sosyal sorunları olan eğitim, sağlık, sosyal barış, ihtikâr, kaçakçılık, mültezimlik, kadın oynatma, sarhoşluk, kumar, serbest ticaret, reji idaresi, vergiler, kolcular, şirketleşme, sigorta şirketleri, nakliye, ihracat, ithalat ve tefecilik dile getirilir ve çözüm önerileri sunulur.
Osmanlı ülkesinin en baş belası tefecilikti. İslam Ansiklopedisi murabaha maddesinin sonuç bölümünde şu bilgi verilir:
“Osmanlılar ’da faizle para vermeye, özellikle kanunî sınırın üstünde faiz şartı içeren borç mukavelesine ve aşırı kârla satış yapmaya murâbaha, faizle para verenlere murâbahacı deniyordu. İzinsiz olarak faizle ödünç vermeyi âdet edinmiş kimseler için tefeci tabiri kullanılırdı. XVI. Yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu’ya yayılan kapıkulları ile diğer askerîlerin ve emeklilerinin murâbaha ve iltizam yoluyla ekonomik yönden güçlenip âyanlara katılmasının Osmanlı’nın siyasî, iktisadî ve içtimaî dengelerinin bozulmasında etkili olduğu, âyanın bir yandan iltizama katılmak ve çiftçiye borç vermek suretiyle servetini arttırırken diğer yandan da işlerini düzeltme veya vergisini ödeyebilmek için borç alan halkı kendisine daha bağımlı hale getirdiği görülmektedir. Özellikle 1596’dan sonra bir kısmı murâbahacılık kurbanı olan binlerce insan Celâlî saldırılarından kurtulabilmek için civardaki emniyetli şehir ve kasabalara, İstanbul’a, hatta Rumeli’ye kaçmıştır. 1609’da Sultan I. Ahmed, reâyâyı tefecilerden ve ehl-i örfün baskı ve haksız salmalarından korumayı amaçlayan bir adâletnâme çıkarmıştır. Osmanlı idaresince 22 Mart 1303 (3 Nisan 1887) tarihinde çıkarılan ve faiz hadlerini % 9 ile sınırlandıran tüzük de Murâbaha Nizamnâmesi adını taşıyordu.”
Bu anlayışla Bankacılık tarihimize yakinen bakınca şu durumu görüyoruz:
Osmanlıda ilk olarak 1847 yılında Galata bankerleri tarafından İstanbul'da “Banque de Constantinople”/Bank-ı Der Saadet adıyla banka kuruldu. -Constantinople İstanbul demektir.- Bankanın sermayesi düşük olsa bile itibarı yüksekti. Bankanın kabul ettiği poliçeler Avrupa ülkelerinde de kabul ediliyordu. Bank-ı Der Saadet, yabancı ülkelere kabul edilen poliçeleri yüzünden olan kısa vadeli borcunu ödeyemediğinden dolayı 1852 yılında kapatıldı. Daha sonra yerine “Osmanlı Bankası” adı altında 1856’ de bir banka kuruldu. İlk önce İngiliz sermayesi sonra Fransız sermayesiyle yoluna devam eden banka Osmanlı tarihindeki en modern banka olmuştur. Bankaya para basma yetkisi bile verilmişti.
Ziraat Bankasının bir şubesinin de Kayseri’de açılması için büyük gayretler gösterilmiştir.
Osmanlı nüfusunun %80 ‘i köylüydü. Osmanlı bir köylü toplumuydu. Erciyes Gazetesi’nde bankanın açılmasının gerekliliği üzerine yazı metni şöyledir: “Köylüde para olmadığı için demirini, çiftini zahire karşılığı yaptırmaktadır. Köy imamını bile zahire karşılığı tutar. Elbisesini tohumluk buğday karşılığı üç, dört kat fazla fiyatla tedarik eder. Öküzü kazara ölürse yerine Celepçi’den parası üç, beş senede ödemek üzere anlaşma yapılır. Celepçi’nin insafına göre bir de “faiz” konur. Üç-dört yıl sonra ödenen para değer fiyatının üç –dört misli olur. Celepçi’ye para öderken köylünün çektiği zulümler! Celepçi paranın arkasını bitirmek istemez. Celepçi köye vardığında ne ikramlar! Atının arpasının yiyeceği bile köylüden çıkar. Bir de ticaret serbesttir denecektir. Ticaret serbest olmalıdır. Ancak insani, ahlaki ve hukuki olmalıdır. Köylü Ziraat Banka’sından %6 faizle para alırsa muhtekirlerin/vurguncuların elinden kurtulmuş olur.”
Kayseri’de II. Meşrutiyetle beraber siyasi eşitliği ellerine alan Gayri Müslim halk her bakımdan Türklerden iyi durumdaydılar. Türkler iktisadi bakımdan oldukça geriydiler. Askerlik 7 yıldı. Gayri Müslimler askerlik yapmıyorlardı. Avrupalı sömürgeci ülkeler okullar, hastaneler ve ticari şirketler yoluyla bunları taşeron olarak kullanarak zenginleştiriyorlardı. Dahası ayrılıkçı fikirleri yeni yetişen gençlere aşılıyorlardı. Osmanlı yabancı okullar ve ticaret yoluyla içten yıktırıldı. Kayseri’de her üç kişiden birisi Gayri Müslim’di.
1905-1906 yıllarında Ermeni Osmanlı yurttaşlarınca açılan “İpranosyalılar Mağazası” Kayserinin umum esnafını satışının yarısını yapıyordu. Sivas’ta da “Bon Marche” yani “İyi Çarşı”, “İyi Alışveriş Merkezi” de yaklaşık bu durumdaydı. Kayseri Mutasarrıfı Ahmet Muammer Bey Kayseri’de varlıklı Türk eşraf ve esnafını toplayarak bakkaliye, tuhafiye, yün ve halıcılık üzerine şirket kurması gerektiğini teşvik ediyordu. Bunun üzerine “Osmanlı İslam Suhulet Şirketi” kuruldu. “Suhulet Mağazası” açıldı. Şirket 10 kişiden Mahkeme Hanı’nda oluşturuldu. Şirkete üye olmak için Müslüman olmak şartı konuldu. Her hisse 20 Osmanlı lirasıydı. Fatura, tuhafiye, bakkaliye üzerinde çalışacaktı. Şirketin başındaki İslam sözü “ideolojik” anlamda ya da cemaatleşme olarak değil, “İslam dininin şirkete mâni olmadığını belirtmek, yastık altındaki maddi değerlerin şirket yoluyla iktisadi hayata katılması için kullanılıyordu. İslam sözcüğü 1950’lardan sonra ideolojiye dönüştü, siyasal İslam zihniyetiyle her şeyin başına İslam eklendi. İslam’da Cinsel Hayat adıyla bile kitaplar yayınlandı!
Dahası 1910 yılında İngiliz Hükümeti kontrolünde “Hayat Sigortası” imkânı Kayseri’ye getirildi. Sarraflar Çarşısında Halı tüccarı Mıgırdıç Nişan Halıcıyan Mağazasında işlemler yapılıyordu.
O tarihlerde bir gencin kolu yün tarama makinesine sıkışmış ve parçalanmıştı. Yasalarda bu durumda kalanlar için sigorta yasası olmadığından tek kolla hayatını sürdürmek zorunda kalmıştı.
Bugün Suudi Arabistan’da emeklilik ve sigortacılık dinen sakıncalı diye yasaktır. Umrede orada çalışan Türk işçilerine sigortanız ve emekliliğiniz var mı dediğimizde bu durumu söylemişlerdi. Peki, Suudiler paralarını nereye yatırıyorlar! Başına İslam sözünü her yere verince o şey İslam olmuyor. Sizin ve bizim anladığımız yorumladığımız oluyor. Niyazi Berkes Türkiye’nin Çağdaşlaşması adlı eserinde bu konuda şunları ileri sürer: “Orta çağ Hristiyanlığında olduğu gibi, İslamlıkta da faiz ile riba bir tutulmuştur. Batıda din açısından bu ikisi birbirinden ayırabilen din adamı Calvin olmuştur.(Max Weber’in onu kapitalist ekonomiye din ahlakiyatında yol açan kişi olarak gösterişinin nedenlerinden biri budur). Her iki dinde de faizciliğe karşı konan bu din yasağına karşı faizcilik hatta riba daima yaşadıktan başka en yüksek din örgütlerinin ekonomisine de girmiştir. Hıristiyanlıkta en büyük faizci Papalık; İslamlıkta Evkaf olmuştur. Ancak kapitalist ekonominin geliştirdiği örgütlerle riba kalkmış; faiz yeni bir anlam kazanmıştır. Faizsiz kapitalizm düşünülemez. Fakat kapitalizmdeki faiz, Kur’an’ın şiddetle yasakladığı riba değildir. İslamcı yazarların hiçbiri bu ayrımı bilmedikleri gibi, faizin din açısından caiz olduğunu yazan tek kişi çıkmamıştır. İslam yazarlarının çoğuna göre sigorta da ribanın bir çeşididir. Üstelik Tanrının gücüne ve takdirine güvensizlik demektir.” Sayfa 457.
Dün Osmanlı’da olduğu gibi bugün de Anadolu tefecilerin, vurguncuların zulmünden çekmektedir. Tefecilerin eline düşmeyen kaç köylü, kaç esnaf var! İktisadi sistem düzgün çalıştırılmayınca bankalar da halkın sırtında kambur oluyor. Her gün görsel ve sözlü basında Merkez Bankası ile ilgili haber geçmektedir. Siyasete bağımlı mı olsun, bağımsız mı olsun, rezervleri ne oldu, rezervlerinde kaç para var? Bu nedenden ötürü Merkez Bankası ekonominin temeli sayılmaktadır.
Bir diğer tefecilik de Türk Bankacılığını haram sayan İslamcı geçinenler, Arap bankacılığını helal sayarak insanımızı nasıl sömürgeciliğin kucağına attılar. İnsanımızın temiz duygularını “faizsiz bankacılık” adıyla nasıl sömürdüler. Evliliğimin ilk yılında -1991- hanımın 100 Doları vardı. Al Baraka ’ya zorla itirazıma rağmen yatırdı. İhlas ve ona benzer kuruluşlar bu halkın dini duygularını nasıl kötüye kullandılar, hala da kullanmaktadırlar.
Daha orta yerde devlet bile yokken Cahiliye Arapların tefecilik adıyla yaptıkları zalimce ticari uygulamaları elbette Kuran reddetmiş, adil paylaşımı ve alışverişi helal kılmıştır. O günkü Riba anlayışı ve uygulamaları bugünün bankacılık sisteminin aynısıdır diyerek “kâr payı”, “faizsiz bankacılık” adıyla kendi halklarına “hile-i şeriye” yoluyla ticaret yapanlar, iş Batı ülkeleriyle ticarete gelince Batı bankacılığına uyarak ticaret yapmaktadırlar. Bu durum tam bir Şark kurnazlığı ve iki yüzlüğüdür. Birkaç kişinin görüşlerini esas alarak kurulmuş bankacılık sistemini helal ve haram üzerinden değerlendirmek bizlerin acizliğini ve yetersizliğini göstermektedir. Dahası iktisaden geri kalmış bir uygarlığın çırpınmalarıdır.
2022 yılınızı her türden tefecilikten ve tefecilerden uzak olarak sağlıklı ve mutlu geçirmenizi dilerim.
Bu konuda daha geniş bilgi için sizlere şu çalışmaları önereceğim: Prof. Dr. Fahrettin Olguner, İnsan ve İslam. Thomas Wilson, Tefecilik Üzerine Bir Vaaz. John Calvin Tefecilik Üzerine Mektup. Bir de Kurtuluş Demirkol’un “Toplumsal Trajedi: Osmanlı İmparatorluğunda Tefecilik (1848-1864)” adlı makale.