Saat gece yarısını geçmişti; evdeydim. Telefonum çaldı, baktım ki İbrahim arıyor-ki, genellikle o saatlerde arardı- birkaç defa çaldıktan sonra cevap verdim.
"Ağabeyi" dedi. (hal hatır bile sormadan, doğrudan yüreğinde bir güvercin ürkekliği ile uçuşan duygularını aktardı) "Diyorum ki bu Ramazan'ı Erzurum'da geçireyim. Nasip olursa Ramazan'a bir gün kala Erzurum'a gelip orucumu orada tutacağım. Ben Erzurum'un içini çok iyi tanımıyorum. Çünkü küçük yaşta kendimi gurbette ve hayat mücadelesinde buldum. Ağabeyi, birlikte vakit namazlarını farklı camilerde kılalım.Erzurum'u şöyle esaslıca bi tanımak istiyorum."
Bu güzel teklife nasıl itiraz edebilirdim ki!..
"Ne demek sevgili kardeşim; sen hele bi gel.. İstediğin gibi ibadetlerimizi de yaparız inşallah, şehri birlikte de gezeriz," dedim.
İbrahim; çok genç yaşta hayatın türlü zorluklarına göğüs germesine rağmen yüreği sevgi, merhamet, insanlık, aşk ve dürüstlük dolu bir insandı.
Öyle ki günün sonunda; kendisine kazık atan, haksızlık eden, hatta darbe vuranları bile affedecek kadar büyük bir yüreğe sahipti.
Erzurum; O'nun dünyasında bir "şehir", bir "memleket" ya da ana-baba yurdu olmaktan çok öte bir şeydi. Erzurum; O'nun için (onca yara bere almasına rağmen) bir ana, bir yavuklu, bir kardeş, bir dost ve sığınılacak bir limandı...
Memleket...
Tam da şairin tasvirinde olduğu gibidir:
"Ana ocağı, yar kucağı"dır.
Niyedir bilinmez, lakin...
Memleketlerinden uzaktaki İnsanlar, ölümleri yaklaştıkça doğdukları toprağa dönmek istermiş...
Sanki de ateşe koşan kelebekler gibi...
Tecrübeyle sabittir...
Asırlar sonra da olsa nehirler, yitirdikleri yataklarının izini sürer...
Tıpkı ilk göz ağrısını, hiç bir güzele değişmeyen vefakâr âşık gibi...
İbrahim, Sümmani'nin toprağından harç olmuş hakiki manada çağdaş bir ozandı.
Gün geldi, şöhretin zirvesini buldu...
Gün geldi, büyük sıkıntılar yaşadı...
Fakat her iki halde de hiç bir zaman mayasına sirayet eden "adam"lıktan ödün vermedi.
Aç oldu, dik kaldı...
(Neyse ki son yıllarda Süha Dengizek Maltepe Erzurumlular Vakfı Başkanı oldu da, bu vesile ile İbrahim'in Erzurum'la yeniden rabıtası sağlandı.)
Öyle zaman gelmişti ki...
İbrahim; hem horlandı, hem de bu şehri yöneten küçük adamlar tarafından dışlandı! (Ta ki, Sekmen başkan olana kadar) Ama O, bütün bu zulme rağmen ne Erzurum'dan vazgeçti, ne de o günün küçük egemenleri önünde eğilip büküldü.
Bakmayın siz bugün arkasından sahte gözyaşı döken kimi rolperestlere; hakikat bambaşka:
Aç da kaldı, işsiz de...
Ama Erzurum'dan hiç vazgeçmedi.
Mecnun'un Leyla'ya olan aşkı gibiydi O'nun Erzurum sevgisi.. Ne güzel olmasına baktı, ne de elde edeceği kazanca...
Nasıl ki analarımızı dünyanın en güzel kadını olduğu için değil de, bizi doğuran, bizi emziren, bizi hayata bağlayan ve bize biz olduğumuzu bildiren kimseler olduğu için seviyorsak, İbrahim de Erzurum'u öyle seviyordu.
Benim İbrahim'le dostluğumun müşterek adresi de zaten tam burasıydı, yani Erzurum'du...
Ben, Erzurum'da yaşayıp Erzurum'a doyamıyordum, İbrahim de Erzurum'dan uzak Erzurum'u yaşıyor, Erzurum'u soluyordu.
Gecenin sabaha gebe kaldığı o vakitlerde, Lala Paşa'dan cümle kalpleri kuşatan o ilahi davetin nidası yankılanıyordu. Yer gök secdeye durmuştu ki müezzin tüm iman edenlere seslendi:
Es-salatu hayrun mine'n-nevm
(namaz uykudan hayırlıdır)
Kavak Camisi'nde sabahı, Gürcükapı'da öğleni, Dağ Mahallesi'nde ikindiyi, Sanayii'de akşamı, Ulu Cami'de de teravihi kılacaktık.
Tanınmamak için şapka takacaktı, sakal bırakacaktı...
Çünkü, kendisini Allah'a teslim etmek ve Allah için riyadan uzak ibadet etmek istiyordu.
Öyle ya biliyordu ki, bir tek Allah O'nu urbasız ve riyasız kabul edecekti...
Günlerce durdu durdu ve sabah sessiz sedasız "haydi Allah'a ısmarladık" dedi.
Çok uğraştılar yaşatmak için; ama, O esasında o gün yani Ramazan'ı Erzurum'da geçirmeye karar verdiği o gece, bana söyledikleriyle aslında ebedi yolculuğa çıkmıştı.
Tövbe etmişti...
Niyeti halisti: Ramazan boyunca her vakit namazı farklı camide kılacaktık...
Duyuyorum itiraz ediyorlar; hatta cehennem ateşine ha bire odun atıp duruyorlar!
Yetmez... Değil mi ki siz, Allah adına hüküm verirsiniz! Siz ki, cehennemin ve cennetin asli sahipleri olarak, istediklerinizi istediğinizi yöne gönderirsiniz!
Peygamberi çoktan geçtik; aslında siz, "Ben Allah'ım" diyeceksiniz de, niye ise şimdilik tırsıyorsunuz işte!
Şu anda üzerime yapılan saldırıların farkındayım. Kendilerini, "Tanrı'nın yer yüzündeki gölgesi olarak" gören sahtekârlar, İbrahim'i de çoktan cehenneme gönderdiler bile!
Siz zannetmeyin ki, 15 Temmuz'la bu ülke bir beladan kurtuldu. Hiç bile değil... 15 Temmuz'un o meşum gecesinde muhakkak ki bir belaya karşı savaştık. Lakin sonrasında bu devlet, öyle belaları kamu eliyle üstümüze sardı ki, kim bilir, belli mi olur, yarın da onlarla savaşacağız!
İbrahim, her türlü haksızlığa itiraz eden bir ozandı...
Niye biliyor musunuz?
Çünkü; filan efendiye, falanca sümüklüye itibar etmedi ömrü boyunca...
Kuran'ın dışındaki her türlü hurafeyi imanın temel direği olarak gören ve bu uğurda binlerce insanı zehirleyen ne kadar sahte mehdi varsa, hepsi tekmili birden tövbenin karşısında durdu! Bu sebepledir ki, o adamlara göre, İbrahim'in önümüzdeki Ramazan'da Erzurum'da oruç tutması ve de her vakit namazını ayrı bir camide kılması hiç bir anlam ifade etmiyor!
Öyle ya; İbrahim onların putlarının önünde eğilmedi, onlara secde etmedi, hatta onların ihaneti yanında saf tutmadı...
Dün de Firavunlar vardı, bugün de var...
Dünün Firavunları muayyen bir gücü kontrol edebiliyordu; bugünün Firavunları ise, bütün bir kâinata hâkimler!
Tabii ki her mümin gibi bizim de canımız yanıyor...
Ey İlahi adalet; şimdi tecelli etmeyeceksen ne zaman?
Ne demek istediğimi İbrahim'in hem arkadaşı, hem de hemşehrisi olan Narman Belediye Başkanı Ahmet Yücel İşleyen ve bir de Serdarlı eski belediye başkanı Muammer Yiğider çok iyi anlamaktadır.
İbrahim; ne Karum'un muhasebecisiydi ne de Musa'nın isyankârıydı?
İbrahim'in ömrü vefa etseydi eğer, bu Ramazan'ı Erzurum'da cami cami dolaşarak ibadet etmek isteyen bir fakirdi...
Ne O'nu cehennem ateşlerinden kurtaracak bir şeyhi, ne de O'nu beleş tarafından cennete gönderecek bir efendisi yoktu!
(Allah'ın fakir bir kulu olmayı, filanca efendilerin kölesi olmaya tercih etti)
O, Narmanlı fukara bir ailenin çocuğuydu!
Sümmani öldüğünde de Narman'da kıyamet kopmamıştı... İbrahim öldüğünde de kıyamet kopmadı! Lakin unuttuğumuz şudur: Ölen, sadece bir insan değil, ölen bir devir, bir akım, bir söylemdir... Aslında ölen, sadece İbrahim'ler, Sümmani'ler değil.. Ölen, insanlığı yakmaya talip devasa ateş karşısında, karınca misali çaresiz kalanların mücadelesidir.
Belki cehennem zebanilerine göre mümkün değil. Ama öyle inanıyorum ki, İbrahim, Allah-u alem niyetli olduğu için idrak edemediği Ramazan-ı Şerifi iliklerine kadar yaşayarak gitti...
Dünyanın bu kirli ve riyakâr yanından, Allah'ın adil ve de baki diyarına koşan dostum...
Yolun açık olsun sevgili kardeşim, ben şahidim ki çıktığın yolda niyetin halisti...
Sümmani demişti ya...
Ervah-ı ezelde levh-i kalemde,
Bu benim bahtımı kara yazdılar,
Gönül perişandır devri alemde,
Bir günümü yüz bin zara yazdılar
Bulmadım şadlığın iradesini,
Çekerim bu gamın ziyadesini,
Herkes dosta verdi ifadesini,
Bizimkini ülüzgara yazdılar
Aşk benimle eyler daim kıyl-ü kal,
Daha sabretmeye kalmadı mecal,
Derdim taksimdara kıldım arzuhal,
Dedi neylim bahtın kara yazdılar.
Gönül gülşeninde har oldu deyu,
Hasretlik cismimde var oldu deyu,
Sevdiğim, sevdiğin pir oldu deyu,
Erbabı garezler yare yazdılar.
Dünyayı sevenler veli değildir,
Canı terk edenler deli değildir,
İnsanoğlu gamdan hâli değildir,
Her birini bir efkara yazdılar.
Nedir bu sevdanın nihayetinde,
Yadlar gezer yarin vilayetinde,
Herkes diyarında muhabbetinde,
Bilmem bizi ne civara yazdılar.
Kadrimi bilmeze eyledim minnet,
Derdimi artıran görmesin cennet,
Sarraflar verdiler yare bin kıymet,
Benim kıymetimi nere yazdılar.
Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar,
Dost ile dost olur bağrı yanıklar,
Aşk kaydına geçti bunca aşıklar,
Sümmâni'yi derkenara yazdılar.
Bundan başka ne diyelim ki...
Sevgili İbrahim, mekanın cennet olsun; Allah eşine, çocuklarına ve yakınlarına sabır versin inşallah..
Henüz kırkı çıkmamış olan o kızın var ya, işte o kızın da tıpkı öteki evlatların gibi seni tanıdığında, seninle gurur duyacak.
Kural bu, be İbrahim!..
Baksana bir kere daha takdir tedbiri bozdu...
Şair de zaten aynısını söylememiş miydi?
Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı! ..