Türkler in araplarla ilk samimi oluşu, Talas Savaşıyla olmuştur. 751 yılında paralı asker olarak Çin'e karşı büyük bir zafer kazanarak, araplarla iyice yakınlaşmış ve hızla, İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlar, yani artık bir kültürün en önemli unsuru olan , dindaşlık ile dildaşlık boyutunda bütünleşmeye başlamışlardır.
Türklerin İslamiyet'i kabul edişleri, zaten "Gök Tanrı" inancının hakim olması sebebiyle, çok hızlı ve kolay olmuştur. Ayrıca yaşadıkları göçebe kültür nedeniyle de,bir medeniyete sığınıp biraz olsun, dinlenebilme imkanına kavuşmuşlar, savaş ise meslekleri olduğundan, İslamiyet'in cihat emrine, araplar açısından cuk diye oturmuşlar. Yani her iki tarafda, aradığını bulmuş. Özellikle" ganimet helaldir" İlahi emri, savaşcı bir toplumun arayıp da bulamadığı hazinesi gibi gelmiş atalarımıza.
Sonrası ta günümüze kadar ulaşan bu kaynaşma, neler getirmiş, neler götürmüş hep tartışıladurmuştur. Ben bu tartışmalara girmeyeceğim. Gerek de yok zaten. Her şey ortada ve bilinen şeylerin tekrarının bir anlamı da yok.
Ben,hep yazdığım gibi yazacağım. Yani çelişkilerle dolu bir kültürün kargaşasından bahsedeceğim. Macerası,Tibet yaylarından başlayan bir milletin,Viyana önlerine kadar gelip, bir türlü vazgeçemedikleri dogmalarından söz edeceğim.
Özellikle dua ve aracılar konusundan bahsetmek istiyorum. Bugün ülkemiz de sayısız, yatır türbe, zaviye, tekke, dergah bulunmaktadır. Cumhuriyetle yasal kapatma kararı alınmasına rağmen, halkın özel sevgisi ve imanı ağır bastığından dolayı, fiilen kapatılamayan bu bilim dışı, ritüel ve eğitim mekanları, aslında ülkede ki karmaşa ve kargaşanın üretim merkezleri de, işte bu oluşumlardır.
Yaşarken kendilerine üfleyenlere, öldüklerinde bu kez kendileri üfleyen halk, bu hava sirkülasyonundan başarı beklemektedir. Bunun akli bir izahı olabilir mi !? Özellikle Ramazan aylarında ziyaretçi akınına uğrayan bu yerler, üniversite sınavlarında rekor kırmakta.
Üfleyenler ve üflenenlerin başarısı , Dünya klasmanında en aşağı seviyelerde ne yazık ki. Oysa başarı; azmin, çalışmanın, aklın ve adaletindir, başka yolu yok. Çocuğun başarılı olacaksa, Lineer cebir, geometri, denklem, binom açılım, kimya , biyoloji bilecek, yoksa takkeli cübbeli baba ne yapsın !? Onlar da bunları bilmiyorlardı zaten yaşarken. Ayrıca soruları çalıp, yakınlarına dağıtmayacaksın.
Konu öylesine çok, öylesine karmaşa ki, aslında hem şikayetçi hem memnun olan bir halk kitlesi, bir yandan modern bilim, bir yandan da modern bilime düşman olan, manevi bilimlere gönlünü vermiş durumda, en büyük açmazımız da buradan kaynaklanıyor. İki alfabe arasına sıkışmış, birisi sağdan başlıyor, birisi soldan. Birisi kapanın diyor, birisi açılın. Birisi araştırın diyor,birisi inanın. Birisi kul diyor birisi birey. Birisi itiraz edin diyor, birisi itaat.
Kızını fakir birisine vermek istemeyen hacı, hocalar, aynı zamanda cennetten bol bol huri dağıtıyorlar aynı fakirlere.
Haram yemekten kaçınanlar, durmadan haram yediriyorlar, siyasilere, açık gözlere, fetölere, kötülere. Haram yememekten daha haram değil mi haram yedirmek. Çalışıp çalışıp, yan gelip yatanlara, saraylar yapmak, ülke gelirinin yarısından fazlasını vermek.
Sonra da, ülkede kaos var. Nasıl olmasın? Çelişmekten gelişemiyoruz. Kimse sağlıklı düşünemiyor. Ülkenin batısıyla doğusu,dünya ile ahiret kadar uzak birbirine. Ağrı'da mini etek giymek günah ve suç İzmir'de sıradan bir davranış. İzmir'de 13 yaşındaki bir çocukla evlilik suç ve günah, Ağrı'da gelenek- görenek.
Sonra; "Ey Avrupa sen önce kendine bak" diyen, anlamsız sloganlar. Suudi Anadolu, derhal Suudi Arabistan'la bir birlik kurmalı. Hiç değilse bu ikilemden kendini de çevresini de kurtarmalı. Ve bu birliğin sonradan" İslam Birliği "oluşumunun tahmini gücünü , başarısını veya hezimetini görüp işte o zaman yüzyıllara mal olan kaybını geri almalı. Yoksa bu kadar paradoksla bir adım ileri gitmek namümkün...