Modern dünyanın yaşamlarımıza neler kazandırdığını ve insan hayatını hangi açılardan olumlu etkilediğini; sağlık sektöründen ulaşım sektörüne, eğitimden iletişim alanına kadar geniş bir yelpazede gözlemlemek mümkün. Fakat modern dünyanın doğal bir sonucu konumundaki popüler kültürün hayatımızdan neler götürdüğünü ve hangi yönleriyle bizleri benliğimizle kavgalı duruma getirdiğini idrak edebilmek için, içinde yaşadığımız andan çıkıp büyük resmi görme çabası gerekmektedir. Öte yandan, büyülü düzenin devasa çarklıları içinde; çarklının dönmesini sağlayan küçük birer dişli konumundaki modern dünya insanlarının, andan sıyrılıp çevrelerinde olup bitenlere kuş bakışı bakmamaları için gerekli tüm önlemler, yine aynı büyülü düzen tarafından alınmıştır aslında. Misal; karşı konulmaz vitrinler, uçsuz bucaksız gibi görünen gökdelenler, plazalar; insanlardaki, bir an olsun dinginleşmeden yarışmak, koşmaya devam etmek zorunda oldukları hissini güçlendiren cadı evinin şekerden kaplamalarıdır. Lakin burada dikkat edilmesi gereken nokta; tüm bu popüler kültür dayatmalarının, insan hayatına nüfuz etmesinin yolunun kişinin benliğinde bulduğu açıklardan; yani kişinin ruhunda, zihin dünyasında kendini mahkum ettiği prangalardan geçtiğini bilmek gerektiğidir.
Bütün ilahi dinlerde ve ahlak öğretilerinde insan iradesinin kutsallığına yapılan vurgunun boş bir tekrardan veya bilinenin dile getirildiği bir totolojiden ibaret olmadığını; bireyler, içlerindeki huzursuzluk, boşluk olarak nitelendirdikleri anlamdan yoksunluğun kaynağına inmeye çalıştıklarında fark edeceklerdir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de yıldızlara bakarak; maddenin bilgisini zenginleştirmek yerine; batıl bir biçimde geleceklerine dair anlam çıkarmaya çalışanlar, iradelerini saf dışı bırakmaları sebebiyle uyarılmaktadırlar. Burada amaç; insanlara, yaşamlarının kontrollerinin yalnızca kendilerinde olması gerektiğini hatırlatmaktan başkası değildir. Diğer bir örnekle; Budist eserlerde irade, insan mutluluğunun ve kederinin kaynağı olarak ruhun tamamlayıcısı kabul edilmiştir. Örnekteki Hint düşünürlerin verdikleri mesaj; iradenin, insanın bakış açısını etkileyen yegane şekillendirici unsur olduğudur. Nitekim bugün; 21. yüzyılla, insan hayatının vazgeçilmezi olmuş birtakım fırsatları mahkumiyet aracı haline getiren de bireyin bu araçları bir var oluş amacı haline getirmesidir.
Toplumdaki yaygın güzellik anlayışı nedeniyle dış görünüşü ile kavgalı hale gelen gencecik insanlardan tutun da, beklediği başarıyı elde edemediği için yaşamasının bir amacı kalmadığını düşünen parlak insanlara kadar; günlük yaşamın içindeki dinamikleri birer dayatma, birer olmazsa olmaz haline getiren; insanın bizzat kendi benliği ile arasına çektiği perdedir. Öyle ki, bu perde insanın benliğine ulaşmasının engeli olarak kişi ve özü arasında durmaktadır. Bugün, başkentin göbeğinde, günün herhangi bir saatinde trafiğin azalmadığı işlek bir caddenin hemen solunda tüm ihtişamıyla dikilen bir AVM'nin starbucks'ında otururken önünüzdeki siyah ekranlardan başınızı kaldırıp çevredeki baş döndürücü enerjiyi bir an olsun solumayı bıraktığınızda ve burun deliklerinizden ciğerlerinize oradan da tüm vücudunuzda salınacak kanın içinde bu enerji yerine yeniden oksijen dolaştığında aslında nasıl da bir mecburum döngüsü içinde çırpındığınızı fark etmeniz zor olmayacaktır. Arzulamanın yerini hırsların aldığı, arkadaşlığın yerini networkingin aldığı ve en önemlisi de insan tercihlerinin yerini bir çeşit irade tasarrufuyla bir başkasının müriti, bir ideolojinin davalısı, bir markanın tutkunu olmanın aldığı bir sarhoşluk dünyası burası. Burada sarhoşluk sözcüğünün bir benzetmeden öte anlamı kastedilerek kullanıldığını hatırlatmak gerekir. Zira, sarhoşluk iradenin devre dışı bırakılması, kişinin kendi kararlarını verecek ehliyete sahip olmaması durumudur. İşte bu durumun mimarı doğrudan doğruya insan eğilimlerinin ve kitle psikolojisinin öngördüğü gibi modern dünyanın dayatmaları değil; kişinin bu zorlamalar karşısında kağıttan iradesiyle duramaması ve sonucunda iradesini bir başka yüce (!) güce tasfiye etmesidir. Bu tasfiye kaynağını; yüzeysellikten kurtulmanın ve ataleti defetmenin çaba istemesinden, olayların iç yüzüne gözlerini açmanın acı vermesinden ve en etkilisi de bir hata durumunda kişinin yanıldığı, düştüğü gerçeğiyle yüzleşecek cesarette olmamasından almaktadır.
İnsan yaşamını yönlendiren gücün kaynağı, kişinin kendi içindeki o dingin fıtrattan başkası olunca yaşamı amaçsızlıktan sıyırmanın, içteki anlam verilemeyen o huzursuzluktan kurtulmanın çaresinin olmadığına inanılır. Oysa; çözümlerden yoksun olduğu düşünülerek mücadeleyi bırakmak; kolaya kaçmaktan ve o karanlığın içine yeniden gömülmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Onun yerine, evimizin penceresinden, iş yerinin camından bakarken ya da yastığa başımızı koyup da günün muhasebesini yaparken varlığımızın amacını nelere bağladığımızı yeniden sorgulamak ve aslında modern dünyanın dayatmaları olarak gördüğümüz her şeyin, kendimize inanmaktan ziyade bir başka güce inanmaktan kaynaklanan prangalar olduğunu hatırlamak bu prangaların anahtarının inşasının başlangıcı olabilecek güçtedir.