Şehre yakınlığı, kutsal balıkları, lahanası, şalgamı ve sebzesi ile meşhur olan Söğütlü Köyü çocukluğumuzda şehrin sevilen mesire yerlerinden biriydi.
Halk arasında Balıklı veya Söğütlü olarak bilinen bu köye teyzemlerle birlikte gider günün keyfini çıkarırdık.
O günlerde araç yok denilecek kadar azdı ve yol, toz toprak içindeydi. Bir Pazar sabahı erkenden rahmetli nenemin finans ettiği minibüse biner tüm aile mutlulukla Balıklı köyüne giderdik.
Günler önce köy ile ilgili efsaneleri dinlemek merakımızı iyice artırırdı.
Balıkların kutsallığından başlayan hikayeler, ihtilal zamanı bir subayın bu gölden balık tutup yemesi ve daha sonra jeepin devrilip ölmesi şeklinde anlatılır; dolayısıyla balıklara asla dokunulmaması gerektiği zihinlere yerleştirilirdi.
Erzurum teresi, lavaş ekmeği, haşlanmış yumurta, kete, yeşil soğan, un helvası ve civil peynir ile yapılan kahvaltı günümüz serpme kahvaltılarına fark atardı.
Kazanda pişirilen etin kokusu, semaverin dumanıyla birleşince etrafa müthiş bir hava yayılırdı.
İçinde yaralı balıkların yüzdüğü göl, tabi haliyle çocukların yüzme havuzuydu.
Göl’ün arkasında bulunan kayalıkta genç kızlar dileklerine kavuşmak için ellerine aldıkları küçük taşları, kayanın bir tarafına tutturmak için ter dökerlerdi.
Çocuk halimizle günün bir türlü bitmesini istemez, minibüsün geç kalması için içimizden dua ederdik.
Aradan çok uzun yıllar geçti. Geçmişe uzanmak, hatıralarla baş başa kalmak için bu Pazar, eşimle beraber Söğütlü (Balıklı) Köyü’ne gitmeye karar verdik.
Dadaşkent’ten yola çıktık. Pırıl pırıl asfalt yolu takip ederek köye geldik.
Eski köy evleri tabir yerindeyse tarihe karışmıştı. Bunların yerini betonarme evler almıştı. Lahana ve mısır tarlaları göz kamaştırıyordu.
Evlerin önündeki traktörler, park halindeki araçlar köyün ekonomik durumunu özetler nitelikteydi.
Aracımızı park edip etrafı çevrilmiş ve piknik alanına dönüştürülmüş balıkların olduğu efsanevi göle geldik.
Gölün etrafı, Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarıyla çok güzel bir mesire alanına dönüştürülmüş.
Dilek tutulan kayalık eski haliyle duruyordu ve ihmal edilmiş bir görüntüsü vardı.
Eşimle birlikte gölün kenarında oturup balıkları ve gölde yüzmeye çalışan çocukları seyrettikten sonra mangal kokuları arasında aracımıza binip, geçmişi yâd edip, köyün mevcut durumu ile ilgili yorumlarda bulunduk.
Günümüz dünyasının gelişmelerinden bir miktar nasiplenen bu köyün, potansiyellerini yeteri kadar kullanamadığını ve ulusal anlamda bir marka üretemediğini konuştuk.
Gölün etrafında seyre gelen kalabalık aileler, köyün potansiyeli hakkında ip ucu verirken, köydeki basmalıklar, çöp yığınları gelecek ile ilgili hayallerin olmadığının kanıtı gibiydi.
Aklımıza, Ankara’nın Beypazarı ilçesi geldi.
Havucu, domatesi turşusu, baklavası ve Beypazarı Kurusu ile Türkiye’ye adını duyuran Beypazarı’nın başarısını Söğütlü’de yakalayabilirdi diye sorguladık.
Yapılacak modern tarımla, ürün çeşidi artırılabilir ve şehir insanının tarla başında sebzesini alması sağlanabilir ve yöresel ek ürünlerin katılmasıyla cazip bir Pazar oluşturulabilir diye düşündük.
Tarımsal üretimle birlikte, Balıklı Gölün efsanesi yoğun şekilde duyurulabilirse Söğütlü Köyü küçük bir Beypazarı olabilir diye hayal ettik.
Köylü yoksa mahallemi pek belli değil ama tesbitiniz çok doğru ama bir an önce koyun içindeki basmaliklar kaldırılmalı. Batıda bunları göremezsiniz.Belediyelere ve koy halkına is düşüyor.