Rize'den sonra Ordu ve Sinop'a ağır hasar veren "sel felaketini" ekranlarda izlerken, ister istemez içinde yaşadığımız şehrimizi düşündük.
Öyle ya, Erzurum'da da ne kadar tabi dere varsa hepsinin önüne ve üstüne vaktiyle yeni semtler kurmuş, beton yığınlarıyla örmüşüz!
Adına "modern şehir" denilen bu garabet, rant uğruna tabiatın tüm dengesini bozdu, bozmaya da devam ediyor.
Halbuki "suyun hafızası vardır"
Misal; Palandöken'in zirvesinden kopup gelen sular, asırlar boyu kendine "yatak" bildiği yerlerden geçmek isteyecektir.
Şayet siz o yatağın önünü ya da üstünü beton bloklarla tıkamışsanız,su ya yıkıp geçecektir; ya da yıkmaya mecali yetmezse çevresinden kendine yeni bir yatak bulup, oradan çağlayıp akacaktır.
Çünkü o su, o güzergâhtan akmak zorunda...
Karadeniz'de olan budur.
Dağlardan kopup gelen sular, asırlar boyunca kendini denize taşıyan derelerin üzerlerine mahalleler kurulduğu için, adeta "artık yeter, bu kadarı da fazla" dercesine yıkıp süpürdü!
500 bin insan etkilenmiş!
Doğrudur.
Baksanıza Ordu, Ordu olalı böylesine büyük bir felaketi belki de yaşamamıştı.
Bu, deprem kuşağı üzerinde olan bir bölgeye depreme dayanıklı olmayan binalar yapıp, sonra da o binaların depremde yerle bir olmasının ardından gözyaşı dökmeye benziyor.
Allah, sünetullahını değiştirmez...
Arpa ektiğin tarladan buğday biçemezsin.
Deprem bölgesine, deprem şartlarına uygun bina yapmazsan eğer,depremde un ufak olursun. Aynı şekilde dere yataklarının üstüne yeni mahalleler kurup, dağlardan gelen sulara geçit olacak yataklar açmazsan, o sular seni yutar.
Sen o kadar adına "sel felaketi" deyip dur ki...
Erzurum'a, Karadeniz kadar yağmur yağmıyor.
Bu, bizim lehimize mi, aleyhimize mi bilmiyorum.
Lakin şükür ki o kadar yağmıyor. Yoksa, üstüne ucube binalar kondurduğumuz şu Çaykara, Dere Mahallesi, Taşmağazalar, Gürcükapı ve daha nice yerlerin hali ne olurdu acaba!..
Tamam anladık. Biz Türkler, göçebe bir millet olduğumuz için,adam gibi şehirler kurmayı beceremedik.
Eyvallah...
Yahu birader, adam gibi şehirler kuramıyoruz diye, günün birinde toplu ölümlere yol açacak felaket kötü şehirleri niye kendi elimizle kendimize mezar ediyoruz?
Galiba şu kıt aklımızla haşa Allah'a kafa tutuyoruz!
Diyoruz ki, "İşte Çaykara'ya bu kadar bina yaptık, şöyle büyük caddeler açtık, söyle görkemli parklar yaptık!"
Pekâla...
Dağlardan gelen su n'olacak?
İşte ona bir cevap yok.
Bakmayın siz o lafta kalan drenaj yutturmalarına, onların birer fantezi olduğunu artık herkes biliyor.
Hâlâ bu yalana inanmak isteyenler varsa, onlar da Rize'ye,Ordu'ya Sinop'a ve Hatta Antalya Elmalı'ya baksınlar!
Bizim Talat (Uzunyaylalı) ağabeyinin "Aldatılan leylekler" adlı çok ama çok kıymetli bir romanı vardır.
Hikâye bu ya, o romanda Erzurum'un ova köylerinin birinde göç eden leyleklerin öyküsü anlatılır ve o köyde devamsız bir köylünün, leylek yuvasındaki yumurtayı başka bir yumurtayla değiştirmesinin sonunda yaşanan kargaşa işlenir.
Leylek, kendi yumurtası olmadığını bilir de, binlerce yıl boyunca aynı yataktan akıp denizlere ulaşan sular, geçtikleri güzergâhı mı unutur zannediyorsunuz siz...
"Suyun hafızası vardır" demiş eskiler...
Biz insanoğlu neredeyse balık hafızalı olduğumuz için dereleri,nehirleri kandırıp tabiata çalım attığımıza inanıyoruz!
Görün, görün de ibret alın!..
Sadece ve sadece kendimizi kandırıyoruz.
Su bize acıyor, onu kızdırınca da sel olup üstümüze boşalıyor.
Bu sebeple gelin bundan böyle "sel felaketi" demek yerine, "kendim ettim kendim buldum" diyelim.
En azından tabiata iftira etmemiş oluruz...
Haşa, diliyor filan değilim; ama biliyorum: Çaykara günün birinde, elinden alınan ne varsa hepsini geri almak için, öyle bir çılgına dönecek ki, ne kanun hükmünde kararnameler, ne de iktidar vekiline, kaşın üstünde kara var, diyen gazeteciye, ilk celsede ceza çakan ceberut hakimler onu durduramayacak!
Karadeniz'de ha bire denizi doldurup yeni otobanlar, yeni lüks semtler, yeni organize sanayiler, yeni havaalanları ve yeni yaşam alanları kuruyorlar!
İyi de beyler, siz hiç denize sordunuz mu "Rızan var mı?" diye!
Sormadıysanız, şu halde şimdi niye "yandık, mahvolduk" diye ağlaşıp duruyorsunuz ki...
Siz; denizi, belediyelerin encümen toplantıları ya da Meclis'in imar komisyonu mu zannediyordunuz?
Dere, denizle buluşmaya karar vermeye dursun, şayet her ikisi de vuslat istemişse, işte orada ne betondan kuleleriniz, ne de bir dalgada çöken otomanlarınızın bir hükmü olmaz...
Yıkar geçer, arkasına bile dönüp bakmaz...