Hz. Peygamber, ''İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle'' (Buhârî, ''İlim'', 13) buyurmuştur. Bu hadiste ''iş'' anlamına gelen emr kelimesi, öncelikle devlet işi, yani idarî ve siyasî görev olarak düşünülmüştür. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de devlet adamları için ''Ulü'l-emr'' (iş başında olanlar) ifadesi kullanılmıştır (Nisâ: 59).
İslâm âlimleri, eserlerinde siyasî ve idarî görevlere getirilecek kişilerde aranması gereken niteliklere geniş yer vermişlerdir. Bunlardan Farabi, ideal bir devlet başkanında bulunması gereken başlıca nitelikleri şöyle sıralar:
1-Beden sağlığı ve kusursuzluğu,
2-Anlama ve kavrama üstünlüğü,
3-Güçlü hâfıza, güçlü zekâ,
4-Etkili hitabet,
5-Öğrenme sevgisi ve yeteneği,
6-Mideye düşkün olmama,
7-Doğruluk sevgisi,
9-Cömertlik ve ikram sevgisi,
10-Gönül zenginliği ve tok gözlülük,
11-Adalet sevgisi,
12-Azim ve kararlılık (el-Medînetü'l-fâzıla, s. 88-90).
Gazzâlî'ye göre siyasette liyakat kaygısını en çok duyması gereken kişi, bu görevi üstlenecek olandır. Çünkü siyasî makamda bulunan kimse, kontrolü elinde tutmak ve genel düzeni sağlamak için, başka mesleklerde bulunanlara hâkim olması; insanları, dünya ve âhirette kendilerini mutlu kılacak en doğru yola yöneltmesi gereken insandır. Bu yüzden siyaset mesleği, şerefli olduğu kadar da tehlikelidir. Nitekim Hz. Peygamber, ''On kişi üzerinde bile olsa, yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde (Allah'ın huzuruna) elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adeleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur!'' (Dârimî, ''Siyer'', 72) buyurmuştur.
Bir toplumda sevginin yaygınlaşması, adaletin gerçekleşmesi ve haksız güç kullanımının ortadan kalkması ancak o toplumda yönetimin faziletli insanların elinde bulunmasıyla mümkün olur. Onun için Fârâbî şöyle der: ''Bir faziletli insan öldüğü veya öldürüldüğü zaman insanlar ona ağlamasın; asıl onu kaybeden ülke halkına ağlasın!''
İyi bir yönetici, yönetimini adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre sürdürür; hüküm ve kararlarında keyfî arzularına uyup Allah'ın tayin ettiği ölçülerden sapmaz ve kendisi için olduğu gibi halkı için de en iyi, en yararlı olan işleri yapar. Kötü bir yönetici ise kötü arzularına uyup Allah yolundan saptığı için yönetimiyle ülkeyi bozup tahrip eder.
Siyasette adalet ve dürüstlük bütün faziletlerin başında gelir. İslâm dünyasının önde gelen siyaset düşünürlerinden Farabi'nin ifadesiyle, ''Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar.''
Toplumun bekasının teminatı olan adalet, öncelikle bir devlet işlevidir. Devlet, her vatandaşına hakkı olan geçim imkânlarını, şeref ve itibarını, sağlığını, eğitimini, huzur ve güvenliğini, makam ve mevkiini vermekle yükümlüdür. Devlet bunları verdiği ve bunları koruduğu takdirde adaleti gerçekleştirmiş olur.
Mâverdî, ''Bir ülkeyi zulüm kadar tahrip edebilecek başka hiçbir şey yoktur'' diyerek ülkedeki bütün bozukluklarda adaletsizliğin mutlaka bir payının ve etkisinin bulunduğunu ifade ederken evrensel bir gözlemi dile getirmiştir. Bu yüzden İslâm bilginleri adaleti, insanın bizzat kendisine karşı âdil olmasından başlayarak bütün ülkeye dalga dalga yayılması gereken bir rahmet gibi görürler.
Farabi, siyasette adaletin tanımını yaparken ülkenin maddî ve manevi imkânlarında, her vatandaşın ehliyet ve liyakati ölçüsünde hakkı ve payı bulunduğunu belirterek bu payı eksiksiz vermenin adalet, eksik vermenin veya hiç vermemenin ya da verilen hakları güvence altına alıp korumamanın bireye zulüm, bir kısım insanlara hak ettiğinden fazlasını vermenin de topluma zulüm olduğunu ifade eder.
Devlet hiçbir vatandaşından bir hakkı, iradesi dışında, bedelini vermeden alma hakkına sahip değildir. Farabi, bireye karşı yapılan bir haksızlığın topluma karşı işlenmiş bir suç sayılabileceğini de düşünmüştür ki, bireysel haklara toplumsal bir boyut tanınması ancak çağımızda gündeme getirilebilmiştir.
Yine Fârâbî, bireylere haklarının verilmemesini veya kanunda öngörülenden daha ağır cezalar verilmesini, yalnız bireye değil, topluma karşı da bir suç olarak değerlendirmiş olup, bu da günümüzde hukukun üstünlüğü, eşitlik gibi kavramlarla dile getirilen yüksek bir düşüncedir. (Kaynak: Diyanet, İslam Ahlakı)