Seçime artık sayılı günler kaldı ya, aday adayları da iyiden iyiye havaya girdi.
Geçmiş seçimlerden hatırlarız tam da böyle günlerde, öyle siyasi mavralar yapılır, öyle beylik laflar edilir ki tadına doyum olmaz...
Misal Kürt bir aday seçmenine hitap ederken, "Sevgili hemşerilerim, bir toplumun kalkınması için üç "E" olmazsa olmaz bir şarttır. Peki nedir bu üç E? Hemen anlatayım. Üç E'e şu demektir: Eğitim, Ekonomi, Eklak...
Ne yapsın garibim... Siyasetin öyle nazlı cilveleri var ki, bazen ahlak işte böyle "eklak" oluveriyor!
Bu şirin bir cilve... Bir de karşısındakini enayi yerine koyanlar var ki, ne yazık ki onlara hoşgörüyle bakmak çok zor.
Alın size ashap bozucu siyasi mavraya bir örnek
Çok taze olduğu yani henüz yakası açılmadığı için anlatalım.
Bakan Özhasaki'nin "İmar Barışı", halkın da "İmar Affı" dediği kanunun hazırlık çalışması Meclis'te yapılırken, bir milletvekili Şehircilik ve Çevre Bakanlığı'nda çalışan (bugünlerde AK Parti'den vekil aday adayı) zurnanın son deliği bir müşaviri arayıp (sırf gırgır olsun diye) diyor ki: "Bak .... Bey, İmar Barışı çıkmak üzere. Bakan Bey'e dedim ki, bu tasarıyı müşaviriniz filan bey mi hazırladı? Bu sözüm üzerine Bakan Bey ses tonunu yükseltti. 'ne münasebet sayın vekilim, ne münasebet? Bu öyle basit bir şey mi ki kızaktaki bir müşavir hazırlamış olsun' dedi.
Kızaktaki o müşavir de, vekile sitem ediyor. "Ağabeyi" diyor. "Niye öyle bir şey söyledin ki? Bakan şimdi bana takar!"
Neyse, komisyondakiler bu telefon sohbetine gülüp geçiyorlar, o vekil de o şakayı unutuveriyor...
Fakat aradan bir hafta geçtikten sonra, bir belediye başkanı kendisini ziyarete gelenlere anlatıyor.
"Yahu birader, dün filan vekil aday adayı buraya gelmişti. Hoş beşten sonra önemli bir şey söyledi. Dedi ki, "Biliyor musun sayın Başkan, bugün yarın çıkacak olan Barış Affı yasasının taslağını ve altyapısını ben hazırladım, hükümet de benim bu çalışmamı alıp komisyona götürdü. Çıkacak bu yasa tamamen benim eserimdir, haberin olsun."
Siyaset böyle bir şey işte; hele hele de seçim arifesinde...
Muhtemelen çıkan yasanın tek satırından dahi haberi olmayan o müşavir, milletvekilinin bir şakasından hareketle kendisine nasıl da aslan payı çıkarıyor!
Hani adamın biri köyün alt başında bir yalan söylemiş de köyün üst başında kendi yalanına kendi de inanmış ya...
Bizim müşavir ise, milletvekilinin şakasını kendi yalanı yapmış...
Biz bu süreçlerde nelere şahit olmadık ki...
Misal; son yıllarda en çok duyduğumuz yalan şudur:
"Azizim, esasında siyasete ayıracak vaktim yok. Lakin kol bilekten değil omuzdan kırık. Reis görev verdi. Git vekil adayı ol dedi. Bu memleket ve millet davasıdır dedi. Ben de fedakarlıkta bulunarak geldim!"
Hay Allah razı olsun, mirim! Sen bu fedakarlığı yapsaydın ümmet nasıl kurtulurdu!
Dostlar gülüp geçiyoruz.
Lakin şöyle bir baktığımda gördüğüm manzara siyaset adına ne yazık ki hiç de müsterih olmamızı gerektirecek gibi değil.
Etraf, Teyo Pehlivan'a rahmet okutan uçuk kaçıklarla dolu...
Çok az sayıdaki aklı başında olanları tenzih ederim. Meydan; siyaset heveskarlarından, çalmadan değlenk oynayanlardan ve kerameti kendinden menkul tiplerden geçilmiyor.
Eskiden de bunların yerlerinde mütegallibe vardı.
Bereket versin ki, partiler tümden seleyi suya verip de, Meclis'i ipini koparanlara bırakmıyor. Gene de bunlardan araya sızan ve gözden kaçırılanlar oluyor tabi ki...
Siyaset, esasında sorumluluğu ve vecibeleri ağır bir iştir. Meslek değil, hizmet etme aracıdır.
Sakın aldanmayın...
Sırf benim adım iktidar defterine kayıt olsun diye, ortaya dökülen bu müptezellere...
Siyaset, ancak aklı başında ve ehli vicdan insanların gireceği bir dünyadır.
Türkiye'de bu ne kadar başarılıyor, diye sorarsanız. Cevabım şudur:
Önce çevrenize, sonra da başkente bakın görürsünüz.