Devlet işlerini düzenleme ve deruhte etme manalarında kullanılan iki kelime var: Politika ve siyaset.
Günlük dilde birbirinin yerine sıkça kullanılan bu iki kelime arasında aslında bir hayli anlam farkı vardır. Bu farklılık daha en başında, iki kelimenin tarihte ilk kullanım biçimlerinde kendini gösteriyor.
Politika,eski Yunan'da şehir anlamına gelen "polis"kelimesinden türemiştir. Buna göre vatandaşların şehrin ortak işleriyle ilgilenmeleri bir hak ve vazife olarak addedilmiştir. Kendisi de bir şehir devletinde yaşamış olan Aristo, politikayı "en yüce ve anlamlı beşeri faaliyet ve insan mutluluğunu gerçekleştirme sanatı"olarak tanımlamıştır.
Siyaset kelimesi ise Arapça bir kelime olup, köken itibariyle "at eğitimi" anlamına gelir. At bakıcısı demek olan "seyis"de aynı kökenden gelir.
İslâm geleneğinde siyaset kelimesi, devlet yönetme sanatını ve devlete karşı işlenen suçlara verilen veya kamu düzenini sağlamak için uygulanan cezaları ifade etmek için kullanılmıştır.
Siyaset kimileri için bir sanat, kimileri için bir bilim, kimileri için de şerrinden kaçınılması elzem mülevves bir iş olarak görülür.
19. yüzyıl tarih ve biyografi yazarlarından Ahmet Rıfat Efendi, "Tasvir-i Ahlâk" adlı eserinde siyaset ilminin prensiplerini şöyle izah eder: "Önceki bilginlere göre siyaset ilminin prensipleri üçtür:
1. Yerküre üzerinde olan bütün memleketlerin yerini, sayısını ve ahalisinin mizacını ve diğer hallerini bildiren "coğrafya"ilmini bilmek.
2. Devlet hazinesinin nasıl meydana geldiğini ve en uygun şekilde nasıl kullanılacağının yollarını gösteren "Servet Yönetimini"(ekonomiyi) bilmek.
3. Milletin ahlâkının fesat ve salâhını bildirip herkesi iyilik tarafına sevk eden ahlâk ıslahını bilmek ki, iyiliği yapıp kötülüğe engel olmak da buraya girer.
Bu üç ilmin hükümleri toplanınca medeni toplumların siyasi intizamları doğar ki, "siyaset ilmi" dedikleri de budur. Dikkat sahibi kişiler bunların hepsinin lüzumunu itiraf etmekle beraber,ahlâkın düzeltilmesini diğerlerine tercihte tereddüt etmezler. Çünkü ahlâk düzelmedikçe diğerlerinden meydana gelecek sonuçlar o kadar fayda vermez."
Din ve siyaset konusuna gelince, birçok ayet ve hadis 5 temel değerin korunmasını emretmektedir: Hayat, din, akıl, nesil ve mal. Bunlara "mekâsıdu'ş-şeri'a" denilmiştir ve tamamı insanın dünya hayatının içindedir, dünyaya aittir, öldükten sonra değil, yaşarken gereklidir. Ebedî hayatta gerekli olan sermaye de bunlar sayesinde elde edilecektir.
Zarûriyyât,en üst düzeydeki yararları, yani toplumun varlığı ve dirlik düzenliği için vazgeçilmez temel hak ve değerleri ifade eder. Bunlar genel makāsıd kısmına dâhil olan hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunması şeklinde özetlenir ve literatürde "zarûriyyât-ı hamse, makāsıd-ı hamse, külliyyât-ı hams" gibi adlarla anılır.
Bazı âlimler tarafından zarûriyyâtın bu beş temel esasla sınırlı olduğu ifade etmiş,bazıları da adalet, Allah'a kulluk, erdemli bir toplum oluşturma, eşitlik,yeryüzünün imarı, hürriyet, sosyal düzenin ve güvenliğin sağlanması gibi özellikle yaşadıkları zamanların yükselen değerlerini göz önünde bulundurarak yeni amaçlar belirlemişse de zikredilen bu gayelerin esas itibariyle beş temel esasın korunması kapsamına dâhil olabileceği görülmektedir.
Siyaset, iktidarı talep etmek ve elde edilince de bu güce dayanarak toplumu yönetmekle ilgili bir süreçtir. Toplumu yönetenler kanunlar çıkarmakta, kararlar almakta ve bunları yürürlüğe koymaktadırlar. Uygulanan kanun ve kararların tamamı dinin korunmasını istediği temel değerlerle ilgilidir. Din bu temel değerlerin yalnızca korunmasını istemekle kalmamış,nasıl kazanılıp korunacaklarını da açıklamıştır.
Dinin serbestçe öğrenilip yaşanması kısıtlanırsa din korunamaz.İçkiyi ve uyuşturucuyu yasaklamadan, aklı doğru kullanmayı sağlayacak eğitim ve öğretim yapılmadan, akıl ve ruh sağlığı için gerekli tedbirler alınmadan akıl korunamaz.
Nesli korumak da İslami bir ailenin kurulup işletilmesine bağlıdır. İsraf, kumar,faiz, karşılıksız para, enflasyon, rüşvet, gasp ve diğer haksız kazanç yolları açık tutuldukça malı korumak da mümkün değildir.
Bugün siyaset genellikle bir partiye intisap etmek suretiyle yapılmakta, partinin menfaat, ilke ve kuralları, partililer için bağlayıcı olmaktadır. İnsanlar yaşadıkları gibi düşünme eğiliminde olduklarından partiler de buna göre şekil almaktadır.
Bununla birlikte parti bir araçtır. Amaç, dinin ve evrensel değerlerin korunmasıdır. Parti bunları değil,bunlar partiyi kontrol etmelidir. Bu kontrolün yapılabilmesi için de dinin ve dindarın bir başka siyaset anlayışı ve uygulaması içine yerleşmesi elzemdir.
Dünyada ve ülkede olup bitenleri dinin ilke, hüküm ve menfaatleri bakımından takip etmek, alınan kararların ve yapılan icraatın dinin temel değerleri ve hükümleri bakımından neyi getirip neyi götürdüğünü tespit etmek, buna göre gerekli tavır ve tedbirleri almak Müslümanlar için gereklidir.
Din, Allah'ın iradesini temsil eder, başka bir şey dinin üstüne çıktığı, ona hâkim olduğu ve onu kontrol ettiği zaman şirk olur.
Müslümanlar siyasî ve içtimaî konularda da ?ibadet ve taatlerde olduğu kadar? dinin ahkâmına uymakla, emirlerini tutmakla yükümlü ve sorumludurlar. Bu sahalardaki görev ve sorumluluklarını da yerine getirmek zorundadırlar. Asla ilgisiz, bilgisiz, etkisiz, renksiz, lakayt, bigâne ve pasif kalamazlar. Kalırlarsa mes'ul olurlar, dünyada hor ve zelil olup, ahirette azap görür ve perişan olurlar.
Bu bakımdan dünyanın her yerindeki Müslümanların çok uyanık olmaları, siyaset ve yönetimin dinî ve millî menfaatlere uygun yönde çalışması için çalışmanın, hem en büyük ve en temel hakları, hem de en ciddi ve önemli görevleri olduğunu asla unutmamaları gerekir.
Siyasi kadrolar da, güvenilirliği zedeleyici uygulamalardan uzak durmalı, daima haklının ve hukukun yanında yer almalıdır. En önemli etik gereklilik, ilkesizliğe asla prim vermemektir. Eğer böyle yapılırsa siyaset dürüstlük örneği kimseler sayesinde büyük bir itibar kazanır; mazlum ve mağdurların da ümidi olur.
Bir siyasi hareket için en önemli şey,toplumun kabulüne mazhar olabilmektir. Bu da gönülleri fethetmekle ve milletin hayrına olan şeyleri gerçekleştirmekle mümkün olur.
Hakça bir paylaşım ve katılım ruhunun hâkim olduğu bir yönetim modeli, hem temel hak ve hürriyetlerin güvencesi olacak, hem de insanlığın yeniden ihyasına imkân sağlayacaktır.
Bizler de katı taraftarlık duygularıyla, lüzumsuz sevgi ve haksız bağlılıklarla, yersiz düşmanlık ve asılsız çekişme ve çatışmalarla birlik ve beraberliği sabote etmek isteyenlere alet olmadan sağlam adımlarla ilerlemek durumundayız.
Çünkü bizim güçlü ve sağlıklı olmamız tüm insanlık için elzemdir; herkes bizden medet umuyor ve bir şeyler bekliyor.
İslâm âleminin gözbebeği ve en büyük ümidinin güçlü bir Türkiye olduğunu asla unutmayınız