Türkiyeyi kasıp kavuran kadına yönelik şiddet skandalının aktörleri bu kez Türkiyede alanlarında geniş çaplı üne kavuşmuş, ilişkileriyle kamuoyunda takdir ve hayranlık uyandırmış Sıla ve Ahmet Kural çifti.
İddia ise Ahmet Kuralın Sılaya evinde 45 dakika gibi bir süreyle kafasına sert cisimlerle vurmak, yerlerde sürüklemek suretiyle psikolojik şiddet uygulaması ve tehdit ve hakaret içeren sözlerle psikolojik şiddete maruz bırakması.
Bir olay gündemde böylesine geniş yer tuttuğunda milenyum çocuğu olmanın verdiği alışkanlıkla olayın detaylarını resmi kanallardan incelemeden sosyal medyada konunun nasıl yer aldığına baktım.
Sonuç hepinizin takip etmiş olabileceği gibi oldukça açık: Çeşitli camialardan Sılaya destek ve sesini korkmadan duyurduğu için takdir ve şiddet gören ve şiddet görme tehlikesiyle yaşayan tüm kadınlar adına minnet mesajları var. Diğer taraftan Ahmet Kuralın kınanması, Ahmet Kural ile profesyonel anlaşma içinde olan kurumların bu anlaşmalarını sona erdirmesi söz konusu.
Normal şartlar altında; bu tablo içinde sivil hayatın içindeki şiddetin her türlüsünü lanetleyen bir insan, üstelik olayın mağduruyla hemcins bir insan olarak içimde öfke bulutlarının kabarması kaçınılmaz olacaktı. Fakat hukuk eğitiminin normatif metodu düşünce sisteminize bir kez nüfuz etti mi onun çizdiği sınırların dışında düşünmeniz pek mümkün olmuyor. Diğer bir deyişle, bir hukukçunun kanun koyucunun yaptığı kurallarla bağlı olduğu ve kişisel inanç ve değerlerini olayların muhakemesine dahil edemeyeceği algısının, onu istediğiniz zaman devre dışı bırakmanızı sağlayan bir kapatma tuşu yok. Bir taraftan da Sami Selçuk gibi insan onurunu her şeyin üstünde tutan ve cezalandırmanın temeline ıslahı ve topluma geri kazandırmayı koymuş hümanist bir Ceza Hukuku hocasından ders dinleyince, kamuoyunun şu an içinde bulunduğu linç politikasına kapılmanız mümkün olmuyor.
Olaya, erişimim olan resmi kaynaklardan edindiğim bilgiler çerçevesinde baktığımda ise adli muayene raporundan tutun da tanıkların ifadesine kadar olayın kabul edilemez kadına şiddet olayı olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Üstelik aksini gösteren hiçbir kanıt olmadığından Ahmet Kuralın yaptığı açıklamaların da doğruluk payını görmek imkânsız. Hal böyle olunca olayların sosyal medyada uyandırdığı infiali haklı buluyorum. Ek olarak; Sılanın büyük şöhret sahibi, toplumda güçlü kadın duruşu ile bilinen bir sanatçı olarak bunun Türkiyenin dilinden düşmeyeceğini bildiği halde büyük bir cesaretle uğradığı şiddeti yargı makamlarına taşıması minnet duyulası bir davranış. Zira bilirsiniz, belirli bir profil çizmiş insanlar o profilin dışında bir intibaa neden olacak davranışların duyulmasından kaçınırlar. Nitekim Hollywood yıldızlarının 60 yaşını aştıktan sonra ben 20li yaşlarımda X şahsından şöyle şiddet, istismar görmüştüm fakat açıklayamamıştım tarzı açıklamalarına rastlamak mümkündür. Bu bakımdan Sıla, kadına şiddetin çok önemli bir sorun olduğu ülkemizde şiddete karşı kimsenin sessiz kalmaması gerektiği konusunda örnek bir davranış sergilemiş oluyor.
Ahmet Kurala gelince
Gerçek ve tüzel kişilerin Ahmet Kural ile ilişkilerini bitirmeye karar vermeleri saygı duyulması zorunlu adımlardır. Ek olarak; bu kararlar, şiddeti hukuki müeyyide dışında da kınamak bakımından haklı bulunulabilir. Fakat unutulmamalıdır ki hukuk ve özellikle de ceza hukuku kamuoyu infialinin dışında ve ötesinde, toplumsal tepkinin örgütlenmiş biçimidir. Toplumca kabul görmüş değerlerin ihlali elbette yaptırıma bağlanacak fakat bu yaptırımın infazında suçlunun da korunmaya muhtaç menfaatlerinin olduğu ihmal edilemeyecektir. Bir diğer deyişle, yaptırım; toplumu savunma amacından çıkıp suçlunun düşman olarak görüldüğü bir linç, bir terör aracına dönüşemez. Bu nedenle yargı, toplumsal baskılardan uzak biçimde hukuk sınırları içinde kararını vermelidir.
Son olarak Sılanın avukatının da isabetli bir biçimde belirttiği üzere son sözü söyleyecek olan yargıdır ve herkes bu karara saygı duymak zorundadır.