Güney Afrika Cumhuriyetinin başkenti, Afrikanın da Kahire ve Lagosun ardından en büyük üçüncü kenti Johannesburg, ırkçı bir anlayışla dizayn edildiği düşünülen bir reklama karşı verilen tepkilerle, geçtiğimiz günlerde protestolarla gündeme geldi. İnternet sitesinde yayınladığı görselini ırkçı bir yaklaşımla tasarladığı kanısına varılan firma, tekstil pazarının devlerinden H&M. Reklamda ise siyahi bir erkek çocuğunun üzerine giydirilmiş bir sweatshirtte coolest monkey in the jungle (ormandaki en havalı maymun) yazmakta, siyahi çocuğun birlikte boy gösterdiği beyaz arkadaşının üstündeki giyside ise Mangrove Jungle Survival Expert şeklinde hayatta kalmadaki başarıya, güçlü olmaya gönderme yapan ibareler bulunmakta.
Bu reklamın ardından dünyanın önde gelen sporcuları, sanatçıları ve firmaları H&Mi kınama mesajları yayınladı ve hatta kimisi H&M ile olan sponsorluk ilişkilerini, ticari bağlantılarını sona erdirdiğini duyurdu.
Yukarıda örneklenen bu kınamaların ve kamuoyu tepkilerinin içinde öyle bir örnek vardı ki, bu örnek ile toplumsal baskının dozajının, direniş kültürünün önemi bir kez daha ortaya çıktı.
Söz konusu örnek, Johannesburgda, H&Min mağazasına saldırı düzenleyen Ekonomik Özgürlük Savaşçıları isimli grubun geliştirdiği tepkiye ilişkin. Bu grup, yüzlerini gizlemeye lüzum görmeden ve hatta reyonları dağıtırken kameranın görüş açısında olduklarından emin olarak Johannesburg ve çevresindeki üç H&M mağazasını talan etmekten ırkçılığa karşı mücadeleleri uğruna gurur duyduklarını tüm dünyaya gösterdiler.
Oysaki H&M, bu saldırılar olmadan önce kamuoyundan ve toplumun önde gelen isimlerinden tepki çekince; yalnızca bir varsayım olan ırkçı reklamını internet sitesinden kaldırmış, Sweatshirtün satışını durdurmuş ve Sweatshirtün tasarımcıları hakkında soruşturma başlattığını duyurmuştu. Yani toplumsal baskı işe yaramış ve dünyanın dört bir yanından insanlar netlik kazanmamış bir çıkarım üzerinden dahi olsa ırkçılığın yeniden ivme kazanmasına izin vermeyeceklerini göstermişlerdi. Ne var ki bu gelişmeler Ekonomik Özgürlük Savaşçılarının şiddet içerikli eylemlerini durdurmaya yetmemişti. Tablo böyleyken ortaya çıkan soru; alınan tüm bu önlemlerle kamuoyundan özür dileyen markanın mağazalarına yapılan saldırının, ırkçılığa karşı iyiniyetli bir mücadele olarak algılanıp algılanamayacağıdır. Zira şiddet, yalnızca insan ilişkilerini değil diplomatik bağları ve ekonomik iş birliklerini de zedeleyen bir numaraları provokasyon aracıdır.
Tarihler boyu kendisine sıkça başvurulan şiddet, uygulandığı hiçbir yerde kalıcı barışı, selameti sağlayamamış olması bir kenarda dursun, ilişkileri daha da kızıştırmış ve şiddetin uygulanmasından sonra gelişen bir sonraki adım her zaman daha kanlı, intikam kokan eylemlerin kuluçka yeri olmuştur. Öte yandan; şiddet, bir zehir misali kendisinin araç olarak kullanılmasıyla geliştirilen tepkilerin iyiniyetli olabilecek temeline de nüfuz etmiş ve direnç gösterilerinin yasallığını, meşruiyetini ortadan kaldırmıştır. Üstelik, söz konusu saldırganların kameraların bulunduğu bölgelerde daha da hiddetlenmesi örneğinde olduğu gibi, şiddetin bir korku ve baskı unsuru olarak şiddeti uygulayan kişinin haz duymasını sağlama ve gittikçe etkisini artırma yönü de vardır.
Şiddet karşı tepkilere yer bırakmayarak, baş gösterdiği yerde uzlaşmadan, müzakerelerden bahsetmeyi imkânsız hale gelmektedir. Nihayetinde, şiddetin varlığında ilişkiler; şiddet kullanmada baskın çıkan tarafın ekseninde tek taraflı bir biçimde gelişmekte ve şiddetin hegemonyası barış yollarını tıkamaktadır.
Konu ırkçılık gibi dünya tarihinin en kalıcı ve en insanlık dışı suçlarından biri dahi olsa, kamuoyundan gelen yazılı ve sözlü tepkilerin ardından konunun gerektirdiği özen ve dikkati göstererek önlemlerini almış bir markaya karşı düzenlenen saldırıların basında ırkçılık karşıtlığı adı altında meşrulaştırılması, en azından bu eylemlerin bir kınama haberi olarak yer almaması akla uygun değildir. Zira şiddet, doğası gereği başlangıcından sonra artarak artış gösteren ve bir noktadan sonra aklı saf dışı bırakan bir eylemdir.
Hitlerin Alman ırkının haklarını koruma motivasyonuyla, Mussolininin büyük İtalyan halkı sevdasıyla karşılarında yer alan herkesi önce ufak ufak ardından da milyonların katliamına sebep olacak şekilde şiddete maruz bırakmalarına bakınız.
Dünya tarihindeki tüm kanlı eylemler, kitlesel imhalar, soykırımlar meşru nedenlere dayandırılan ve üstü kapalı takdir edilen küçük çaplı şiddet gösterileriyle başlamış ve önüne geçilemez bir hale gelmiştir. Bu nedenledir ki, Johannesburgdaki saldırıya tüm insanlığın ve özellikle de siyahi toplumların canını çokça yakmış ırkçılık da neden olmuş olsa çözüme kavuşturulmuş (firmanın aldığı önlemleri hatırlatmak isterim) bir konuya karşı düşünsel direnç gösterme yoluna gidilmeyerek şiddete başvurulması anlaşılabilir bir tepki değildir. Toplumların, ülkelerin ve tüm dünyanın bir ateş topuna dönüşmesinin atılan tek bir kurşuna, basılan bir düğmeye, bir kundak eylemine bağlı olduğunu unutmamak gerekir.