Haber Girişi : 15 Kasım 2013 08:40

SEVİNMEK, SEVİNÇ GÖSTERİSİNDE BULUNMAK YA DA TEBESSÜM

SEVİNMEK, SEVİNÇ GÖSTERİSİNDE BULUNMAK YA DA TEBESSÜM

Sevinmek ya da sevinçli olmak güzeldir. Her insan sevinmeyi ve sevinçli olmayı ister. Bununla birlikte sevinmenin ya da sevinç gösterisinde bulunmanın da bir ölçüsü mutlaka olmalıdır.  

Başa gelen bir musibet sebebiyle kendini mahvedercesine eleme gark olmak nasıl hatalı ise, sevinç ve mutluluk veren hâdiseler karşısında kendini kaybedercesine kahkahalar atarak taşkınlıklar yapmak da insanlık haysiyet ve şahsiyetini zedeleyici hallerdir.

Müslüman, her zaman rakik, ince, narin, yufka yürekli, merhametli, çabuk üzülen hassas bir kalbe sahip olmalı, yüzünden de tatlı bir tebessümü eksik etmemelidir. Tebessüm, taşkınca gülmenin hafifliğine karşı müslümanın vakarı, diğer taraftan asık suratın iticiliğine karşı da câzibesidir.

Hazret-i Mevlânâ, gülmek gibi sıradan görülen bir davranışın bile kişinin karakterini ele verdiğini şöyle açıklar:  "İnsanın nasıl güldüğünden edebini, neye güldüğünden aklını anlarım."

Fazla ve taşkınca gülmenin, kişiyi mânen hangi handikaplara sürükleyebileceği husûsunda Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şu îkazı çok ibretlidir:

"Gülmesi çoğalanın heybeti azalır. Fazla şaka yapan, eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan, onunla tanınır. Çok konuşan, çok hatâ yapar. Çok hatâ yapanın hayâsı azalır. Hayâsı azalan kimse şüpheli şeylerden az kaçınır. Şüpheli şeylerden az kaçınanın da kalbi ölür!" (İhyâ, III, 288)

Bu hususta Peygamberimiz; "Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız." buyurmuşlardır. (Buhârî, Tefsîr, 5/12)

Hazret-i Mevlânâ  şöyle nasihatte eder: "Akıllılar önceden ağlar; sonunda tebessümlere gark olurlar. Ahmaklarsa, önceden kahkahalara boğulur, sonra da başlarını taşlara vurarak ağlarlar. Ey kişi! Firâsetli olup işin sonunu başlangıçta iken gör de cezâ gününde pişmanlık ateşiyle yanıp tutuşma! "

İmam Gazâlî Hazretleri  şöyle bir kıssa nakleder: Adamın biri, taşkınca gülmekte olan kardeşine: "-Cehennemden kurtulacağına dâir bir haber mi aldın?" diye sorar. 

Kardeşinden; "-Hayır." cevabını alınca da: "-O hâlde nasıl (böyle) gülebiliyorsun!" der.

Demek ki müslüman, iç âleminde ebedî ve muazzam endişelerin volkanları kaynamasına rağmen, yüzünde sâkin bir liman gibi sükûnet olmalıdır. 

Ne aşırı sevince kapılıp gevşemeli, ne de aşırı hüzne kapılıp kötümser olmalıdır. "Havf ve recâ" arasında bir kalbî kıvam oluşturmalıdır. Havf; yaptığı ameller sebebiyle şımarmayıp Cenâb-ı Hakk’a azâbından korkarak devamlı bir ilticâ hâlinde bulunmak, recâ ise, Allâh’ın rahmetinden dâimâ ümitli olup,  bu ümitle karamsarlığa düşmemektir. Hz. Ali’nin değişiyle, "Mü’minin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir"

Yâni kâmil müslümanın hüznü ve gözyaşları, kendi kulluğundaki hata ve noksanlıklarını düşünmesi sebebiyle tenhâlarda yalnız kaldığı zaman ve bilhassa seher vakitlerindedir. Müslümanın bu derin muhâsebe hali ve kendi kusurunu tefekkür edip gönlünü gözyaşı ile yıkaması, aynı zamanda yüzüne akseden nûrun da kaynağını teşkil eder.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur ki:"Mü’min, insanlara karşı yüzüyle sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur… Mü’minin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok; gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, hâlbuki kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk-çocuğu ile uğraşıyor görünür, fakat kalbi Rabbi iledir.

İnsanın taşkınca gülmesi, bir ifrat hâlidir. Somurtup surat asması da bir tefrit hâlidir. Her iki hâl de doğru değildir. Bunun îtidâli ve en makbûl olan ölçüsü ise tebessümdür.

Tebessüm, fazla ses çıkarmadan, en fazla dişlerin görülebileceği şekilde olan gülmektir. Peygamberimiz de böyle gülerdi. Gülmesinde kahkaha gibi aşırılık olmazdı. 

Yahudi âlimlerinden Abdullah ibn-i Selâm, hicrette merakla Allah Rasûlü’nü sormuş, O’nu görüp mübarek yüzlerine bakınca da: "Bu yüz yalan söylemez!" diyerek müslüman olmuştur. 

İnsanın yüzü-gözü, üstü-başı bir nevi vitrinidir. Bütün varlıkların bilinen lisanları dışında bir de hâl lisânı vardır. 

Yani insan, ağzıyla konuşmasa bile duruşuyla da bir beyan hâlindedir. Gören gözler için bütün çehreler, iç âlemlerin tercümanıdır. Bu bakımdan yüzlerdeki bir gülücük, gönül âleminin dışa yansımasıdır.

Allah Rasûlü (a.s) da dâimâ mütebessimdi. Ashabının gönüllerini hoş etmek için onların sözlerini dikkatle dinler, inci dişleri görülecek şekilde gülümserdi. Müslümanın, din kardeşine tebessüm etmesi, selâm vermesi ve güzel söz söylemesi, aslâ küçümsenmemelidir. Zîrâ, müslümanın müslümana tebessümü sadakadır.

Rabbim bizleri, yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilen, ince ruhlu, kâmil mü’minlerden eylesin. Kalplerimizden îman muhabbetini, yüzlerimizden İslâm’ın güler yüzünü eksik etmesin… Âmîn!