Erzurum lisesinde aynı sıralarda eğitim görmüştük,bıyıklarımızın yeni yeni terlediği o günlerde, güçlü yapısı ve ağır başlı tavrı ile sınıfımızın hoş simalarından biriydi.
Erzurum lisesi formasıyla güreş müsabakalarına çıkınca,hepimizin gururu olurdu.
Mahalle başında marangozluk yapan Sefer eminin tek oğluydu.
Erzurum Lisesinden sonra, Eğitim Enstitüsünde okuyarak Fizik öğretmeni oldu. başarılı ve özverili bir meslek hayatının ardından emekliye ayrıldı ama hiçbir zaman emekli olmadı. Çünkü o memleketine, toprağına ve insanına aşık'tı.
İslam ahlakı üzerine hayatını tanzim etmiş ,milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir kişilikti.
Bu eksen üzerinde binlerce öğrenci ve kendi gibi pırıl pırıl evlatlar yetiştirdi.
Şehri terk etmeyen üç beş inatçı Erzurum sevdalılarından biriydi. Ait olduğu toprağın manevi zenginliğinin farkında olması, kendisine güzel bir kapı araladı ve bu kapıdan içeri girerek kendisini unutulmaz yapacak olan "Erzurum'un Kandilleri" isimli kitabını yazdı.
Hayatını anlamlı kılan bu kardeşimizi, bir türbede, bir caminin haziresinde, mezarlıklarda, tarihi eserlerin etrafında her an görebilirdik.
Kendisini bu sahada en son Kırmacı Camisinin haziresinde görmüş ve kışın soğuğuna rağmen ayakta güzel bir sohbet yapmıştık.
Kendisiyle 45 yıllık bir arkadaşlığımız oldu, bu süre zarfında ondan hiç kırılmadık, hiç gücenmedik yaşam tarzı ve sorumlu kişiliğinden dolayı kendisine hep hayranlık duyduk.
Erzurum'un manevi şahsiyetlerini topladığı "Erzurum'un Kandilleri" Kitabı çıktığında imzalı bir kitabını getirme nezaketinde bulunmuştu.
Yıllar önce yakalanmış olduğu hastalığın verdiği sıkıntıların arttığını söylerken, ifade ettiği cümleler "Hoştur bana senden gelen, Ya goncadır yahut diken, lütfün da hoş, kahrın da hoş" felsefesini taşıyordu.
Yazıldığı Hac sırasının gelmediğini söylerken, bu özlemine ulaşamayacağının endişesini ima edip, Umreye gitmek niyetinde olduğundan bahsettiğinde sanki de yolun sonunu işaret ediyordu.
En son görüşmemiz bundan bir hafta önceydi. Naci Elmalı'yla birlikte yanına uğradığımızda çok mutlu oldu, kendisine yazmış olduğum "Güzel Erzurum" kitabımı hediye edince, çok keyiflendi "Hasta ziyareti kısa olmalıdır" prensibine uyarak, kendisiyle vedalaşıp ayrıldık.
Dün benim için zor bir gündü, gece yorgun bir şekilde eve gelmiştim , telefonumu elime aldığımda, Abdurrezzak Hocanın aradığını gördüm ve heyecanlandım. ilk anda aklıma, "Hoca benim kitabı okumuş herhalde yorumda bulunacak" diye düşündüm.
Hocanın telefonunu çaldırdığımda karşıma Abdurrezzak Hocanın büyük oğlu çıktı ve büyük bir metanetle babasının Hakka kavuştuğunu söyledi.
Duygularım alt üst oldu, Bahtiyar Vahap Zadenin "Nasıl bir anda yok olur insan?"mısraları aklıma geldi.
Bizim kuşaktan bir tuğla daha kaymıştı, şehrin güzel insanlarından biri daha aramızdan ayrılmıştı.
Dostlarımızla birlikte İkindi namazında Ulu Camiye gittik, Yakutiye müftüsü kürsüde amel defteri kapanmayacak olan Müslümanlardan bahsediyordu. Sadakay-i cariye ile arkalarında güzel bir ilim bırakanlar ve güzel evlatlar yetiştirenlerin amel defterlerinin kapanmayacağını anlatıyordu.
Bu esnada Abdurrezzak Hocanın arkasında bıraktıklarını düşününce, kardeşimizin bu müjdeye muhatap olduğunu hatırladık.
Narmanlı caminin avlusu vefalı insanlarla doluydu, cenaze namazını kılıp, kardeşimizi ait olduğu ebedi yurduna uğurlarken, gökten yağan yağmur üstümüzü ıslatıyordu. Bizde akan göz yaşlarımızla ruhumuzu ıslatıp "Hüküm Allah'ındır" emrini hatırlayıp, kardeşimizi sahibine emanet ettik.
Yolun açık olsun hasbi adam, kabrini kandiller aydınlatsın,nur içinde yat seni özleyeceğiz?