5 yıl önce 24 Nisanda, Bangladeşin Dhaka ilinde Rana Plaza isimli tekstil fabrikasında meydana gelen facia, 1134 çoğu çocuk yaştaki fabrika işçisinin ölümü ve 2500 kişinin ise yaralanması ile sonuçlanmıştı.
Söz konusu facia, günümüz tekstil endüstrisinin hızlı ve çabuk tüketilebilen niteliklerine işaret edercesine 90 saniyede gerçekleşmiş ve binlerce insanın hayatı o 90 saniyede onulmaz biçimde değişmişti. İşçiler tarafından fabrika yönetimine; binanın sağlam olmadığına, çeşitli yerlerinde yıkımın alametlerinin oluştuğuna dair yapılan tüm uyarılara karşın, fabrika yönetimi; giysi üretiminde ulaşması gereken kotayı tehlikeye atmamak adına üretimi durdurmamış, hiçbir onarım çalışması başlatmamıştı.
Rana Plazada meydana gelen faciada hayatını kaybedenler, 2013 yılından bu yana, her yıl Nisan ayının son haftasında anılırken, düzenlenen törenlerde vahşi endüstrileşmeye dikkat çekmek de hedeflenmektedir. Rana Plazada meydana gelen yıkım, hayatını kaybedenlerin sayısının çokluğu ve Bangladeşin özellikle tekstil alanındaki ucuz işçiliğin sembolü haline gelmesi nedeni ile dünya gündeminde uzunca bir süre konuşulsa da, iş kazaları ve işçilerin canını hiçe sayarak karı artırma çabası, Bangladeşe ya da 2013 yılına has bir olgu değildir kuşkusuz.
Soma Faciası ile tarihinin en kanlı iş faciasını acı bir şekilde tecrübe etmiş Türkiyeye yahut sanayi kazalarına sıkça rastlanan 3. dünya ülkelerine baktığımızda daha çok kâr elde etmek amacıyla iş güvenliği kurallarının ihlal edilmesi maalesef ki ender rastlanan bir tablo değildir.
Öte yandan, 21. yüzyıl insanları olarak sanayi sektörünün nimetlerinden hızlı, ucuz ve kolay ulaşılabilir olmaları hasebiyle büyük bir memnuniyetle yararlanırken tüketim çılgınlığımızın etik değerlendirmesini göz ardı ettiğimiz acı bir gerçektir. Diğer bir deyişle, bugün dünya genelinde yakacak sektöründen sonra en geniş ekonomik hacme sahip tekstil endüstrisinin yine sanayi alanları arasında ekosisteme en çok zararı veren alan olduğu gerçeğine kulaklarımızı tıkamayı tercih etmekteyiz.
Diğer bir taraftan; bu hep daha hızlı ve daha karlı tekstil sektörünün tek zararı çevreye değildir. Dünya genelinde tekstil fabrikalarında çalışan bir işçisinin iş gücü karşısında saat başı ortalama 25 cent aldığı verilere yansıyan bir gerçektir.
Tüm bu iç burkan gerçeklerin ardından, bilimdeki gelişmelerin bir yansıması olarak insanların hayat standartlarını artıran sanayinin arka bahçesinde neler olup bittiğinin tüm insanlığın sorumluluğunda olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Bir diğer ifadeyle; hükümetleri, dev şirketleri önlem almaya zorlayacak kanunları yapma ve bu kanunları kayırma ve ihmal olmaksızın uygulama sorumluluğu ile donatacak merci yine kamuoyunun kendisi olacaktır. Türkiyede Soma faciasında da büyük tepkilere yol açtığı üzere madenlerde işçilerin güvenliğini denetlemeyle ilgili teklifin faciadan önce reddedilmesi; ancak bu yasama işlemi sorununun ancak faciadan sonra kamuoyu vicdanını rahatsız etmesi, canlı yaşamının pasiflik ve ihmal kaldırmadığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bangladeşteki facianın ardından da hayatını kaybedenlerin ailelerine Hollywooddan yağan milyonlarca doların, hayatını kaybeden insanları geri getirmemesi bir kenarda dursun, sektörün vahşiliğine de bir çözüm olmadığı aşikardır. Nitekim özellikle tekstil alanındaki devasa tüketim çılgınlığı artarak devam ederken, daha ucuza, daha çok, daha çeşitli ürün talebi üreticileri etik yargıları hiçe sayarak üretim yapmaya sevk etmektedir.
Üretici ve tüketici arasında; fiyat kalite performansı eksenli bu arz-talep ilişkisinde, tarafların insan haklarına uygun davrandığından emin olacak taraf kanunları yapacak yasama organı, kanunları hakkaniyetle uygulayacak yürütme ve uygulamadaki anlaşmazlıkları çözecek bağımsız yargı; özet ifadesi ile devletin kendisidir. Bu nedenle, kamuoyunun basın ve sosyal toplum kuruluşları tarafından iş güvenliği hakkında bilinçlendirilmesi, hükümetleri söz konusu önlemleri almaya mecbur bırakması açısından hayati önem taşımaktadır.