Sözlükte "görmek" anlamındaki rü'yet kökünden türeyen rü'yâ kelimesi uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü (düş) ifade eder. Sözlük anlamı aynı olan hulm (çoğulu ahlâm) ise daha çok korkunç düşler için kullanılır. Hz. Peygamber, "Rüya Allah'tan, hulm ise şeytandandır" demiştir (Buhârî)
Rüyaların rahmânî olanına "rü'yâ-yısâdıka, sâliha, hasene"; şeytânî olanına "hulm" denilir. Ehâdis, menâm ve mübeşşirât kelimelerinin de "rüya" anlamında kullanımları vardır. Taşköprizâde rüyanın düşünme yetisinin (nefs-i nâtıka) bir işlevi olduğunu, hakikatinin olmaması durumunda insanda var olan yetilerin yaratılmasının bir anlamı olmayacağını söyler.
Rüya insanla birlikte var olan bir olgudur. İnsan fizyonomisi üzerinde yapılan araştırmalar rüyanın yeme içme gibi bir ihtiyaç olduğunu göstermektedir. İlkel toplumlar yaşanan olaylarla görülen rüyaların ayırt edilmesi hususunda uzun süre tereddüt etmiş ve rüyada görülenlerin uyanıkken yaşananlar kadar gerçek olduğunu düşünmüştür.
Eski Mısırlılar, Asurlular ve Yunanlılarda kâhin ve büyücülerin en önemli görevlerinden biri rüyaları yorumlamaktı. Rüya tabiri konusunda ilk metinler milâttan önce 5000'li yıllarda Asurlular tarafından yazılmıştır. Bu konuda günümüze ulaşan en eski eser, British Museum'da saklanan ve milâttan önce 2000 yıllarına ait olduğu tahmin edilen bir Mısır papirüsüdür. Burada 200 çeşit rüya tabirine yer verilmektedir.
Eski Yunanlılar uykuda ruhun vücudu terk edip tanrıları ziyarete gittiğine inanırlardı.
İslâm öncesi Türklerde rüyanın haber taşıyıcılık açısından önemli bir yeri vardı. Uygur Türeyiş efsanesinde hanlar gördükleri rüyalar doğrultusunda hareket etmişlerdir. Cahiliye devrinde rüya tabiri yaygın bir uygulamaydı, kâhinlerin görevlerinden biri de rüyaları yorumlamaktı.
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İbrâhim, Yûsuf ve Mısır hükümdarının gördüğü rüyalardan söz edilmekte, Resûl-i Ekrem'in gördüğü bir rüyanın doğru çıktığı Allah tarafından bildirilmektedir (Fetih: 27). Kur'an'da rüyaların yorumu için "ta'bîrü'r-rü'yâ", "te'vîlü'r-rü'yâ", "te'vîlü'l-ahlâm", "te'vîlü'l-ehâdîs" tamlamaları ve "iftâ" (hüküm açıklama) kelimesinin çeşitli türevleri kullanılmıştır.
Hz. Yusuf'a rüyaların yorumunun öğretildiği, Hz. İbrâhim, Ya'kūb ve Yûsuf'un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum ışığında hareket ettikleri belirtilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İbrâhim'den rüyasında oğlunu kurban etmesinin istendiği, Hz. Yûsuf'un rüyasında on bir yıldızın, ay ve güneşin kendisine secde ettiğini gördüğü ve bu rüya ile onun ileride peygamber olarak seçileceğine işaret edildiği (Yûsuf :4-5), yine Yusuf'un Mısır'da hapse atılması sırasında hapisteki iki gencin ve Mısır kralınıngördüğü rüyaları yorumladığı haber verilmektedir.
Cenâb-ı Hak, Bedir Gazvesi öncesinde Resûlullah'a düşmanlarının sayısını rüyasında az göstermiş (Enfâl:43), Hudeybiye öncesinde Müslümanlarla birlikte Mekke'ye gireceğine ilişkin gördüğü rüya bir yıl sonra gerçekleşmiştir. (Fetih:27)
Hadislerde rüyanın insan hayatındaki yerine ve önemine değinilmiştir. Resûl-i Ekrem'e ilk vahiy sâlih rüya şeklinde gelmiş, altı ay müddetle vahiy bu şekilde devam etmiştir. Hadis mecmualarında "Kitâbü'r-Rü'yâ" ve "KitâbüTa'bîri'r-rü'yâ" başlığı altında Hz. Peygamber'in rüyalarına ve yorumlarına yer verilmiştir. Resûlullah'ın sabah namazından sonra sahâbîlere, "İçinizde rüya gören var mı?" diye sorduğu, varsa tabir ettiği, zaman zaman kendi rüyalarını da anlattığı ve tabir ettiği yahut ashaptan birine tabir ettirdiği, güzel rüyaların anlatılıp tabir edilmesini hoş karşıladığı, kötü rüyaların anlatılmasını ve tabir edilmesini istemediği belirtilmiştir.
Öte yandan ashap içinde Hz. Ebû Bekir'in rüyaları isabetli tabir ettiğine dair yaygın bir kanaat vardır. Ezanı ilk önce rüyasında görenin Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe olduğu ve Resûl-i Ekrem'in de bunu onayladığı bilinmektedir.
Tefsir âlimleri rüyanın oluşumunu genel olarak Zümersûresinin 42. âyetine dayanarak açıklar. Söz konusu âyette Allah'ın ölmek üzere olanların canını aldığı, ölmeyenleri de uykularında -bedenlerinden alıp kendilerinden geçirdiği-, ardından ölümüne hükmettiği kimselerin canlarını yanında tuttuğu, ötekilerini belli bir süreye kadar salıverdiği bildirilmektedir.
Uyuyan insanda idrak bulunmadığını belirten Mu'tezile âlimleri rüyada görülenlerin hayalden ibaret olduğunu söylemiştir. Ancak âlimlerin büyük çoğunluğuna göre rüya insanın ruhu ile gördüğü ve aklı ile idrak ettiği bir olaydır. Rüya, mâna âleminden rü'yet âlemine semboller şeklinde indirilen ilham olarak da değerlendirilir. Sûfîler ise rüyayı uykuda misal âlemini seyreden ruhun gördüklerini uyanınca hatırlaması şeklinde açıklamaktadır. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)
Not: Yazımızın devamını haftaya okuyabilirsiniz.