01.11.2017 günü sabah 08 00 de otelimizden ayrıldık. Etrafta bir sessizlik hakimdi. Meğer bu gün Aziziler Günüymüş .Çok yerde ayin yapılıyormuş ve bazı işyerleri bu yüzden dolayı kapalıymış.
18.Km uzunluğundaki Vasco da Gama Köprüsünden geçince etrafı doyasıya seyrettik. Sabahın erken saatlerinde midye toplayanlar hoş bir görüntü oluşturuyordu.
Roma devrinden kalma su kemerlerini arkamızda bırakarak ortaçağdan kalma Obidosa doğru yol aldık.
Etrafta yoğun bir sisi hakimdi. Yol üzerinde gördüğümüz bakımlı köyler ve kasabaları hayranlıkla izledik.
Beyaz boyalı evlerin kırmızı tuğla döşeli yüksek eğimli çatıları çok hoşumuza gitmişti. Yol üzerinde yine çok miktarda rüzgar enerjisinden elektrik elde edilen rüzgar tribünleri vardı.
Obidosdan önce Kraliçe Rainhanın ismini taşıyan termal suları ile ünlü sağlık merkezini gördük. Sol tarafımızda Kraliçenin heykeli bulunuyordu.
Buradan ayrıldıktan sonra Unesco tarafından koruma altına alınan ve bir orta çağ kasabası olan Obidosa geldik.
Girişte mezarlık vardı. Romadan kalma bu uygulamada mezarlıklar şehrin giriş ve çıkış noktalarına yapılıyormuş
.
Giriş kapısında Kara Vebayı tasvir eden siyah pelerinli bir adam bekliyordu. Kapının sol tarafında seramikli bir kısım bulunuyordu.
Tünele benzeyen bu kapıdan girdikten sonra kasabanın içine girdik. Burada orta çağdan kalma evler ve sokaklar vardı. İçki imalathaneleri geçmişin özelliklerini taşıyordu ve su sarnıçları nostaljik bir hava veriyordu.
Tarihin derinliklerinde yaşar gibi olduğumuz bu yerden çıkmadan önce aracımızı park ettiğimiz yerde yöresel bir bit pazarı kurulmuştu. Her Pazar Mahallebaşında ki meydana giden benim için bu iyi bir fırsattı.
Pazarda fazla bir çeşit yoktu. Vatandaş elinde kullanmadığı ne varsa getirmiş satıyordu .Bizim nasibimize de birkaç parça düştü diyebilirim.
Obidosdan aracımıza binip Kamil Beyin, kaptanımız Nunoya vomus demesiyle Nazareye doğru yola çıktık.
Yukarı ve aşağı olmak üzere iki kısımdan oluşan Nazarenin ismi Filistinde ki Nasıradan gelmekteymiş.
İlk önce yukarı kısma geldik. Kadın ve erkeklerin kıyafetleri birbirine benziyordu ve çok farklıydı.
Kocası ölen hanımlar bu yörede siyah giyiyorlarmış.
Burada yöresel ürünler satan seyyar satıcılar vardı. Tezgaha baktığımızda hemen hemen hepsi ikramda bulunuyorlardı.
Şehrin alt kısmı inanılmaz güzellikte bir kumsala sahipti. Lüks evler, beyaz boyaları ve kırmızı tuğlalı çatılarıyla şık bir görüntü oluşturuyordu. Sağ tarafımızda arena vardı.
Bu sahilde Vasco de Gamanın denize açıldığı limanı gördük.
Bizim yıllar önce terk ettiğimiz çatı antenleri hemen hemen her evde bulunuyordu.
Eşsiz güzellikteki sahili doya doya seyrettikten sonra dini özellikleri ile tanınan Fatımaya gitmek üzere yola çıktık.
Portekizin kutsal mekanı olan Fatıma ile ilgili bir takım rivayetler vardı.
Yaygın olan rivayete göre 13 mayıs 1917 yılında iki kız, bir oğlan üç çoban kardeş sürülerini otlatırlarken Hz.Meryem kendilerine gözükmüş ve bulundukları yere bir kilisenin yapılmasını söyleyip, üç çocuğa üç sır vermiş.
Bu sırlardan birine göre. Hristiyanlık ta günahkarlık yokmuş .Bu yüzden dolayı hepsi cennete gidecekmiş ama iyi işler yapmak içinde cehennem bilinci oluşacakmış. Diğer bir sıra göre ise dünyada büyük bir kargaşa yaşanacakmış. Hristiyan din adamları bu kargaşayı Birinci Cihan Harbinin bitmesi ve İkinci Dünya Savaşının başlaması olarak yorumlamışlar. Diğer bir sır ise beyaz elbiseli bir din adamının yere düşeceği şeklindeymiş. Bu sır da papaya olan suikast şeklinde tabir edilmiş. Bir başkaları ise bu durumu Hristiyanlığın gücünü kaybedeceğini bu yüzden dolayı çok çalışmaları gerektiği şeklinde izah etmişler. Bir takım dini otoritelere göre de 3üncü Dünya Savaşı çıkacakmış Hz.İsa gelip onları kurtaracakmış.
13 Mayıs günü gerçekleşen bu olaydan dolayı 13 Haziran,13 Temmuz günlerinde çeşitli ayinler ve törenler yapılıyormuş. Bu törenlerin en sonu 13 Eylülde oluyormuş.
Aracımızı park edip kısa bir yürüyüşten sonra Hz.Meryemin çobanlara göründüğü söylenen alana geldik. Aziziler Günü olduğundan ibadet eden çok sayıda insan vardı.
İleride büyük bir kilise görünüyordu. 1965 yılında yapımı biten Kilisenin karşısında ise ışık huzmesi içinde Hz. Meryemin resmi bulunuyordu.
Giriş noktasından aşağı doğru uzanan dar ve uzun bir yol vardı. Ellerinde tespih olan İnsanlar dizlerinin üzerinde yürüyerek aşağıdaki şapele doğru ilerliyorlardı. Bir hayli meşakkatli görünen bu yürüyüşü insanlar büyük bir huşu içerisinde yapıyorlardı. yürüyüş esnasında ilahiler söyleyen bu
insanlar, şapelin etrafında dönüp, çiçeklerini sunduktan sonra tekrar diz üstü yürüyerek geri dönüyorlardı.
İnançlı bu insanların ellerindeki tespihler bizimkilere çok benziyordu. Aralarında ki fark boncuk sayısıyla ilgiliydi. Hristiyanların ellerindeki tespihler 55 boncuktan oluşuyormuş ve tespihle Meryemin isimlerini sayıyorlarmış. Katoliklerin inancına göre üç Ortodoks inancına göre de iki Meryem varmış.
Üç çobanın tasvirleri de kilisede heykeller ile canlandırılmıştı. Oğlanın mezarı sağdaydı. burada iki kuş heykeli vardı. Duvarda ise oğlan çoban kucağında bir kuzu ile gösterilmişti.
Kız çobanların mezarları da sol taraftaydı. Kız çobanların heykelleri ise ellerinde kuzular ile canlandırılmıştı.
Mumların yakıldığı bir bölümde müthiş bir yanık kokusu vardı. Büyük bir ateşin yandığı bu bölümde insanlar ellerindeki büyük boyuttaki mumları getirip bu ateşe atıyorlardı. Mumların yanmasıyla etrafa çok kötü bir koku yayılıyordu.
Saat 18 00 olmuştu. Yanık mum kokularından ve hacı olmak için dizleri üzerinde yürüyen inançlı insan görüntülerini arkamızda bırakıp Hristiyanların Portekizin ikinci büyük şehri olan Portoya gitmek için aracımıza bindik.
Yolumuzun üzerinde 16 yy. kalma en eski üniversitelerinden biri olan Coimbra Üniversitesini gördük.
DEVAM EDECEK