Son günlerde o kadar çok içimizi karartan haber dinledik, yazı okuduk ki artık gına geldi. Şöyle derin bir nefes alıp, güzel şeyler duymak istiyoruz. Ama bu çoğu zaman mümkün olmuyor ne yazık ki… Değerli dostum Prof.Dr. Mehmet Dumlu, geçenlerde sohbet ederken toplumsal halet-i ruhiyemize dair esaslı bir fotoğraf çekti. Dediği şuydu:
"Camiler arttıkça günahlar, hastaneler artıkça hastalıklar ve adliyeler artıkça da suçlar çoğaldı."
Haksız mı?
Şöyle etrafınıza iyice bi bakın ve çok değil 20 yıl öncesiyle bugünü mukayese edin. Sonra elinize kâğıt kalem alın ve bir çetele tutun.
Göreceksiniz ki fiziki gelişmelere karşın manevi planda ciddi çöküşler meydana gelmiş.
İşte bu yüzdendir ki, tam da sevgili Dumlunun dediği anafor toplumsal kâbusa dönüştü.
Avrupanın en büyük adliye sarayı bizde…
Avrupa’da hiç bir ülkede olmadığı kadar emar ve tomografi cihazı bizde…
Hemen hemen hiç bir İslâm ülkesinde olmadığı kadar çok camii bizde…
Adama sormazlar mı madem öyle o halde neden bizdeki suç ve hastalık oranı Avrupadan çok daha ileride?
Bu kadar camii, hoca, tarikat ve cemaat boşuna mı?
Yoksa bütün mesele saltanat davası mı?
Millet olarak oldum olası, öküzün gözüne sövüp tezeğe mübarek demeyi pek bi sevmişizdir!
Misal; sabahtan akşama kadar "elin gâvuru, elin kâfiri" deyip dururuz, ama o gâvurun arabasını kendimize makam aracı etmekte hiç bir sakınca görmeyiz.
Yapılan bir araştırma sonucuna göre, dünya ölçeğinde teknolojiye esir olmuş toplumların en başında, teknoloji üretmeyen ülkeler geliyormuş.
Ne garip bir paradoks değil mi?
Neyse bu kadar karamsarlık için de biz de ateşe benzinle koşmayalım.
Gelin kısa kısa da olsa bir kaç güzel haber verelim.
ŞAİR RUHLU BAKAN
Geçen hafta Ülke TVde hemşerimiz İçişleri Bakanı Efkan Alâyı izliyordum. Bakan Bey, ülke meselelerini ve son günlerdeki gündemi değerlendirdikten sonra, "saklı kimliği"ni deşifre etti.
Yakın dostu, eski valimiz Sebahattin Öztürk vesilesiyle bilirdik ancak bizzat tanık olmamıştık. Meğerse sabahtan akşama kadar ülkenin en sevimsiz işleriyle boğuşup duran Efkan Bey, aynı zamanda, müzikşinas ve şiir meftunu bir hemşerimizmiş.
Bakiden gazeller, Nefiiden, Akiften ve Yahya Kemal’den dizeler okudu. Nebinin Nat-ı Şerifine o kadar vakıftı ki, o muhteşem nat-ı şerifin herkes tarafından okunmasını arzu ediyordu.
Efkan Beyin bu yanı beni çok etkiledi. Çünkü müziğe, şiire ve sanata alakalı hiç kimse, insanlığın derdine sırtını dönmez.
Erzurum, şairler ve âlimler diyarıdır. Bu toprakların her çocuğu aynı zamanda işte o yolun bir yolcudur. Çünkü yürüdüğü o yolda karşısına ya Nefi ya Emrah ya Sümmani ya Alvar İmamı ya Ziya Paşa ya İbrahim Hakkı ya Nurettin Topçu ya Ziyaattin Fahri Fındıkoğlu ya Solakzade ya Mümtaz Turhan ya da Reyhani çıkar.
Politikacılar televizyon ekranlarında boy gösterince, "eyvah acaba yine hangi felaketten söz edecek, nasıl bir kara tablo çizecek" diye endişelenip dururuz.
Bu kez öyle olmadı. Efkan Bey, o "gizli kimliği"ni açığa vurdu ve yüreğimize su serpti.
BAŞBAKANDAN HIZLI TREN MÜJDESİ
Erzurumun umut bağladığı ve yıllardan beri de peşinden gittiği bir kaç projesi vardır. İşte o projelerden biri de, Erzurum-İstanbul arası hızlı tren...
Bu proje, esasında devlet katlarında yazılıp çizilmiş ve programa alınmış bir projedir. Fakat zaman zaman siyasi konjöktüre göre bu proje ya tozlu raflara kaldırılır, ya da sanki akşamdan sabaha gerçekleşecekmiş gibi güncellenir.
Geçen yıl Ulaştırma eski bakanı Binali Yıldırım, "proje etap etap yapılıyor. Önce İstanbul-Sivas, sonra Sivas Erzincan olacak. Şimdilik tarih belli değil ama ileride de Erzuruma gelecek" demişti.
İşte o söz moralimizi bozmaya yetmiş de artmıştı bile...
Hızlı tren gelecek ama fi tarihte! On yıl sonra da olur, yirmi yıl sonra da...
Geçen hafta Başbakan Ahmet Davutoğlu, moralimizin yeniden yükselmesine vesile olan şu açıklamayı yaptı:
"Hızlı tren, Trabzon- Gümüşhane ve Bayburt üzerinden Erzuruma gelecek ve nihayetinde de Kars-Bakü ve Tiflise uzanacak."
Yeniden sevindik...
Çünkü Erzuruma gelecek olan hızlı tren beraberinde nice imkânlar getirecektir.
Başbakan Davutoğlunun bu kesin ifadesi, bizim kadar Trabzon, Gümüşhane ve Bayburtluları da heyecanlandırdı. Çünkü projenin ilk taslağında, Gümüşhane ve Bayburt yoktu.
İyi ki de projede o tadilatı yapmışlar. Daha doğrusu bağımsız bir proje tasarlamışlar.
Şimdi heyecanla bu güzel düşüncenin kuvveden fiile geçmesini bekliyoruz.
KIŞ SPORLARINDA ARTIK ALTIN MADALYA ALIYORUZ
Türkiyede onlarca kayak merkezi ve kış sporları tesisleri var. Ancak aynı oranda madalyalı sporcumuz yok ne yazık ki... En son Rusyanın Soçi kentinde yapılan kış olimpiyatlarında ancak üçü yabancı orijinli 7 sporcuyla selamlamaya çıkabilmiştik.
Neyse ki bu alanda da artık talihsizliği yenmeye başladık.
Güzel haber Japonyadan geldi.
Japonyada yapılan Asya Kupası Kızak Yarışları’nda iki sporcumuz altın ve gümüş madalya kazandı.
Hemşerimiz Serkan Yaşar’ın başkanı olduğu Türkiye Kızak Federasyonu, çok çalıştı, inandı ve sonunda bu başarıyı hakketti.
Demek ki oluyormuş.
Yeter ki siz insanımıza o güveni, inancı ve imkânı sunun. Gördüğünüz gibi gerisi nasılsa geliyor.
Artık bundan sonra bu başarıyı kış sporlarının öteki dallarında da bekliyoruz.
Çünkü Türkiye bu potansiyele sahip…
Japonyada madalya kazanan sporcularımızı ve bu uğurda emeği geçen herkesi canı gönülden kutluyoruz.
KAR YOK AMA GELİŞMELER GÜZEL
Bu, sadece Erzuruma has bir sorun değil. Baksanıza neredeyse yarı kış ettik ama ortada hâlâ kar yok.
Yılbaşı da iyice yaklaştı…
Palandökendeki işletmeler, oturup kara kara düşünmek ve ağlamak yerine, sorunu çözme cihetine gittiler. Ve sonunda suni kar yağdırma tekniği sayesinde, en azından pistlerde kayak yapılabilecek miktarda kar elde ettiler.
Bu sayede Palandökendeki otellerin doluluk oranı giderek artıyor. Yılbaşında da iğne atsan yer düşmeyecek bir durum sözkonusu...
İnşallah o güne kadar kar yağar. Çünkü kar, aynı zamanda rahmettir ve berekettir.
Eskiler, Erzurumda kış için derlerdi ki, "bu memlekete kar yağmazsa kan yağar."
Kar bu şehre yakışıyor...
Dün gazetelerde haberi vardı. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliğinin araştırmasına göre, Türkiye, kış turizmi sayesinde on yıl öncesine göre, artık yılın her ayında turist çeken bir ülke konumuna gelmiş. Öyle ki bu gelişme, kış turizmi deyince ilk akla gelen Avusturya ve İsviçreyi kara kara düşündürmeye başlamış.
Yazın deniz, kışın kar...
Mevlam her güzelliği bize vermiş, yeter ki birbirimizin kafasını gözünü yarmadan o güzelliği adil biçimde paylaşalım.
Antalya da zengin olsun, Ardahan da...
Bursa da kayak cenneti olsun, Erzurum, Bingöl, Muş, Sarıkamış da...
Şayet kıymetini bilirsek bu zenginlik, bizden sonraki kuşakları da abat edecek kadar çok...
Prof.Dr. Mehmet Dumlu, "Camiler artıkça günahlar, hastaneler artıkça hastalıklar ve adliyeler artıkça da suçlar çoğaldı" şeklinde tespitte bulunurken elbette haksız değil. Ama unutmayalım ki o tabloyu değiştirmek de yine bizim elimizde...
Şeker var, un var, yağ var... Buna rağmen şayet helva yapamazsak, hiç merak etmeyin elin adamı gelir başımıza vurup elimizden alır ve biz de o helvaya uzaktan bakıp bakıp yutkunmakla yetiniriz...