Önce salonun ışıkları yavaş yavaş karardı, sonrada ortalık zifir karanlık...
Kadife perdede, nereden geldiği belli olmayan nokta ışığı gitgide büyürken, perde ortadan ikiye ayrılarak kenarlara doğru açılmaya başladı.
Büyük ışık altında aydınlanan sahnede, kamaşan gözlerim alışmaya başlayınca seçiyorum;
Bir çay ocağı. Masalardan sadece ikisi dolu. Birinde, seksen küsur yaşlarında bir ihtiyar, diğerinde de... seçemiyorum ama sanki, sanki tanıdık biri?! Durun, tamam tanıdım ,bu benim!..
Masamda bir bardak çay, kül tabağı, şekerlik ve elimde de sigaram var, dalgın dalgın çayımı karıştırıyorum. Radyoda ne çaldığını tam olarak duyamıyorum, galiba Türk sanat musikisi çalıyor. Çay ocağının arkasında kahveci eğilmiş önündeki gazetede bulmaca çözüyor. Kah duvarlarda ki resimleri, kah karşı masada oturan yaşlı adamı inceliyorum. Tekrar duvarlar, resimler ve yaşlı adam... Ama birazdan tüm dikkatimi çeken yaşlı adamı gözlemlemeyi daha ilginç buldum, sürekli gözüm onda.
Masasında, çay ocağında oturmasına bahane olsun diye istediği yarım çayı unutmuş, dalgın bir halde duvarda bir noktaya anlamsız ve boş gözlerle bakıp duruyor.
Başında ki takkesinden dışarı sarkan ağarmış saçları ak sakalına karışıp gitmiş. Kararmış cildi çatlamış kurak toprak misali, alnından ta boynuna kadar uzayan kırışıklıklarla dolu. Kırışıkların iki tanesi çıkık elmacık kemiklerinin biraz altından öyle hoş birer kıvrım yapmış ki, sarkık yanakları daha da belirginleşmiş. Alnında ki derin kırışıklar bana, el ile bir sürü tecrübelerin yazıldığı ve kenarları kıvrık, sararmış bir defteri hatırlanıyorken, yaşlı adama da tam bir bilge görüntü kazandırmış. Tüm düğmeleri kapalı gömleğinin üzerinde yünden bir yelek ve ceket, altında ise şalvarı andıran, soluk siyah renkli, oldukça bol pantolonu var. Normal şartlarda tamamen uyumsuz bu giyim tarzı, bu dedeye nasılda yakışmış. Bu tabloyu tamamlayan bir aksesuar olarak, masanın kenarına dayadığı baston, sahibine doğru meyil vermiş eğik bir halde, sanki yaşlı adamı dikkatlice dinliyor.
Beni fark etmediğinden eminim. Bir an ona baktığını anlamış gibi dönüp kısa bir süre bakınca, telaşımı anlamasın diye kahveciden bir çay daha istiyorum. Çayım geldi, çayı karıştırırken alttan alttan yaşlı adama bakıyorum. Uyuklayan gözlerle tekrar duvarda yarım bıraktığı boşluğa dalıp gidince, bende tekrar izlemeye devam ediyorum. Bazen, oldukça ağır hareketlerle başını sağa sola kaydırırken yüzünde oluşan mimiklerden, sanki bir film izliyormuş gibi geldi bana. Ne seyrediyor, hayatını mı? Yaptıklarını mı sorguya çekiyor, yoksa yapamadıklarının pişmanlığını mı yaşıyor? Kimi kimsesi var mı? Ne yer ne içer? Nerede kalır, aç mı, susuz mu?.. Sorular sorular...
Yaşlı adam cebinden, hiç aranmadan bulduğu mendilin arasından bir miktar para çıkardı, durdu uzun uzun baktı ve içlerinden birini alarak masanın kenarına usulca bıraktı. O arada karşı masada duran ve saatlerdir kendisini izlediği genç adamın yüzüne oldukça manalı bir bakışla gülümsedi. Genç adam suçüstü yakalanmanın verdiği mahcupluk la buz gibi soğumuş çayını yeniden karıştırmaya başladı. Yaşlı adam gözlerini genç adamın üzerinden ayırmadan içinden konuşmaya devam etti.
"Saatlerdir beni izlediğini biliyorum genç adam. Çözmeye, anlamaya belki de acımaya çalıştın. Boş gözlerle boşlukta, bir çok boşluğu dolduracak, hiç de boş olmayan dolu dolu seyrettiğim film de bana benzeyen sen oynuyordun!. Bende böyle bir zaman, bir yerde, senin gibi, bir yaşlı adamı oturup izledim mi, hatırlamıyorum ama bir zamanlar bende senin gibi genç olduğumu çok iyi biliyorum. Hayallerim, gelmeyen beklentilerim, bitmeyen isteklerim vardı ama her saniye biten ömrüm hiç yoktu aklımda. Ruhum hep gençti, halen daha genç ama bilgeliğim yoktu yaşamımda. Vücudum bitti, hayatım son deminde ama sevdam tutuyor beni ayakta... Şimdi bu çay ocağından gidiyorum. Belki de yarın bu dünyadan..." Ayağı kalktı, fırladım:
"Yardım edeyim, ver elinden tutayım Dede.""Sağ ol evlat, sen beni bırak sağlığına bak ta, yaşama tutun, hayatı yakala. Unutma, yarın çok yakın, dün gibi kısa. Bir gün bu masada oturduğunda, duvarlarda ki boşlukta dolu dolu gerçeklerini yaşa. Haydi Allah'a ısmarladık...Perde karardı, salon aydınlandı. İzleyiciler izledikleri oyundan memnun bir şekilde ayrılırken, ben, sahnede donup kalmış beni seyrediyorum!..