Geçenlerde bir arkadaşım beğendiği bir kitabın giriş bölümünü eposta ile gönderdi bana.
Victor Hugo'nun 'Gülen Adam' (The Man Who Laughs)' adlı romanından bir alıntı, ' belki bir yazında kullanırsın' diye yollanan bölüm.
Vallahi iyi etmiş, tam bu yazı için biçilmiş kaftan romanın konusu.
1869 yılında kaleme aldığı romanında Hugo, 17. yüzyılda bir tür çocuk alım satımıyla uğraşan insanları anlatıyor ve diyor ki:
Çin'de, hatırlanması zor zamanlardan bu yana, özel bir sanat ve endüstride ilerleme kaydedildi: canlı bir insanı bir kalıpta şekillendirmek.
Bir çocuk iki ya da üç yaşında alınır ve az çok grotesk bir şekle sahip olan bir porselen vazoya konur.
Vazonun altı ve üstü açıktır ki, çocuğun kafa ve ayakları dışarı çıkabilsin.
Vazo, gündüzleri dikey olarak tutulur, geceleri ise çocuğun uyuyabilmesi için yatay hale getirilir.
Çocukların yavaş yavaş büyüyecek olan bedenleri zamanla porselen vazoların dış kıvrımlarını doldurmaya başlar; sonuçta tamamen vazonun şeklini alır.
Bu şekilde çocuk gelişemeden büyümeye ve sıkıştırılmış et ve çarpılmış kemikleriyle yavaş yavaş vazonun dış kıvrımlarını doldurmaya devam eder.
Bu şişelenmiş gelişim birkaç yıl sürer.
Bir noktadan sonra, bedeni hasar düzeltilemez hale gelir.
Bu aşamanın geçildiğine ve bir canavar üretildiğine kanaat getirildiğinde, vazo kırılır ve çocuk dışarı çıkar.
Artık ortada kap şeklinde bir çocuk vardır.
Ve bu hilkat garibesi haline getirilen bu çocuk, panayırlarda sergilenmeye, sahibine para kazandırmaya hazırdır.
***
Bir mühim ayrıntıyı daha alıntılayarak nakledelim.
Çocuk tacirleri çocukları sadece bedensel özelliklerinden ya da yüzlerinden değil, [kullandıkları ilaçlarla] hafızalarından da mahrum ediyorlardı.
Böylelikle çocuk, en azından maruz bırakıldığı bedensel tahribin bilincinde olmuyordu.
Bu korkunç cerrahlık zihinlerinde değil, çehrelerinde izler bırakıyordu.
***
Şimdi zaman tünelinden geçip ülkemize gelelim.
Cemaatin, yetenekli, çalışkan, başarılı gençleri devşirme yöntemlerine dikkat kesilelim.
İstikbal vadeden beyinlerin, abi-abla-imam vazosunda nasıl şekillendirdiklerini hatırlayalım.
Tablo biraz tanıdık geldi değil mi?
Biraz dedim, çünkü körpe bedenleri eciş bücüş gösteri mahlûklarına dönüştüren o alçak beyin yıkayıcılar zalim FATO'nun yanında çok masum kalıyor.
En azından onlar, alçakça bir iktidar oyunu için kendi milletlerinin üzerine kurşun sıksınlar diye salınmıyor.
Küresel bir işgal organizasyonunun paralı askeri derecesine düşmüyor.
***
Romanda Hugo, vazozedeleri nasıl tasvir etmişti?
"Bu korkunç cerrahlık zihinlerinde değil, çehrelerinde izler bırakıyordu."
Cemaat devşirmeciliği ve şekillendirmeciliğinde durum tam tersi ve çok daha vahim.
Burada korkunç cerrahlık beden ve çehrelerde değil, zihinlerde ve beyinlerde iz bırakıyor.
İz bırakmak da ne kelime?
Tamamen yeni bir format atılıyor beyne, tek merkezden yönetilmeye müsait yeni bir yazılım yükleniyor akla?
Başta FATO olmak üzere ve abi-abla-imam eğiticiler, yıllar boyunca beyin üzerinde cerrahi işlemler yapmışlar.
Camdan kalıplar ve ilaçlar kullanmamışlar.
Allah ve Peygamber ile aldatmışlar.
Ayetleri, hadisleri, menkıbeleri, sahabe hazretlerinin hayat hikâyelerini "soyut kalıplar" olarak beyinleri şekillendirmede kullanmışlar.
Cennet vaat etmişler.
Servet vaat etmişler.
Makam mevki vaat etmişler.
Sınav soruları dağıtıp aş, iş vaat etmişler.
Katalog çöpçatanlığı ile eş vaat etmişler.
Üstelik bu devşirme düzenini, yoğun medya ve propaganda bombardımanı ile kitleler nezdinde cilaladıkları için çocuklar onların ayağına koşmuş.
Evi olmayana ev, yurt bulamayana yurt ayarlamışlar.
İtirafçı paşa ve hâkimler, dikkat edin hep yoksul aile çocukları olduklarını söylüyor, o hassas ihtiyaçlardan avlamışlar, genç beyinleri.
Cemaat beyin avcıları, inanç narkotizmi ile çocukları gerçekliğin tam anlamıyla farkına varmalarından önce etkileri altına alıp, bunların bedenlerini değil, zihinlerini uzaktan kumandalı cihazlara dönüştürmeyi başarmışlar.
Devşirmeyi, gözümüzün içine baka baka açıktan, mankurtlaştırma ameliyatını gizliden yapmayı başarmışlar.
Velhasıl bunlar, milletin çocuklarını vazolara yerleştirip bedenlerinin şeklini vazoya uydurmamışlar, beyinlere ellerinde istedikleri şekli vermişler.
***
Victor Hugo'nun sözünü ettiği acımasız tacirlerin eline düşen ve onların maddi hesapları çerçevesinde kullanılan çocuklar, cemaatin önceden belirlenmiş normlar çerçevesinde sistematik bir biçimde disipline edilmesi sağlanmış.
Ve o beyinler, aynı sistematik yöntemlerle usta bir şekilde bir "şer merkezine" bağlanmış.
Yıllar içinde yoğun ve sistemli öyle bir propaganda yapılmış ki, her gece yüce peygamberi rüyasında görüp, ondan direk emir alan bir sözde lider tipi yaratılmış.
O ne derse doğru sayılan, o ne emir verirse ikiletmeden yapılan bir lider tip yaratılmış zihinlerde.
Onun sözü yerine getirilmezse haşa cennet hayal, iki cihan saadeti muhal.
Çünkü o kimine göre mesih, kimine göre mehdi, kimine göre ondan da daha yukarıda bir aşkın güç.
Böyle belletilmiş, genç beyinleri hayal ve masal vazolarında şekillendirilen çocuklar, gençler.
İşte, milletin üstüne bomba yağdıran paşalar, bu çocukların büyümüşleri.
İşte, kumpasçı hâkimler, raporcu hekimler, darbeci askerler, videocu polisler bu adi ama usta 'çocuk 'zihni tacirleri'nin (comprachicos of the mind) ürünü.
***
Büyük yazar Cengiz Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı ve kitaplığımızda mutlaka bulunması gereken "Gün Olur Asra Bedel" adlı eserinde, Kırgız destanlarından yararlanarak güncelleştirdiği bir kişilik olan "Mankurt" ; bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren ve düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir.
FATO uşaklarının kanlı eylemlerini bu kavramla da izah pek ala mümkün.
***
Velhasıl...
Paşaları çavuşlara kul eyleyen...
Koca profesörleri diz ütü süründürüp efendilerinin ayaklarını öptüren...
Tırnakları, saçları cüzdanlarda taşıtan tavra biz "beynin entelektüel iğfal hali" diyoruz.
Bilim,"Endoktrinasyon" diyor...
Yani; "Belirli tavırların ve inançların, bireylere, onların entelektüel otonomilerini ortadan kaldıracak ve akli melekelerini kullanmalarını engelleyecek şekilde aşılanması"