Doğrusu, Beyrut için kim "Ortadoğu'nun Paris" demiş bilmiyorum. Fakat Doğu Fatihi Kâzım Karabekir Paşa'nın Erzurum'a dair, "Paris de I' Orient" dediği, üstelik bu yakıştırmayı ta 2. Dünya Savaşı sırasında yaptığı kesin bir bilgi... Zira Karabekir Paşa, hatıralarında bu hususa, özel bir safha açarak bu yakıştırmayı neden yaptığını tafsilatlı biçimde anlatır.
elbette muradı ne mimariydi, ne fiziki şartlardı, ne de sosyal ya da kültürel hayat değildi. Paşa'nın iki şehir arasında kurduğu benzerlik, tamamen jeopolitik yani askeri bir mukayeseydi.
Öyle ya, Paris'in de Erzurum'un da düşmana karşı yaptığı savunmada, tabya, kale veya bunlara benzer yapılarla tahkim olunmuş müdafaa hatları mevcuttu.
Paşa'nın bu yakıştırması, zaman içerisinde öyle bir kabul gördü ki meselenin askeri kısmı bir kenara bırakılarak, iki şehir arasında
gerçekten de görsel bir benzerlik olduğuna inanıldı.
Erzurum, artık "Doğu'nun Paris"iydi!
Tamam; belki Erzurum, Paris'le mukayese edilebilecek bir görselliğe sahip değildi. Ama o günün Türkiye'sinde Erzurum da, mimari açıdan olmasa dahi sosyal, siyasal ve kültürel hayatıyla Batılı
şehirlerden çok da geri
kalmıyordu.
Misal mi?
(Kongre için Erzurum'a gelen Mustafa Kemal Paşa'ya, "Paşam kongreye dahil olmak istiyorsanız, üzerinizdeki resmi urbalardan
(üniforma) kurtulmanız lazım. Zira bu kongre sivil bir kongredir" diyecek kadar, net duruşu olan yüksek
seciyeli bir şehir)
Öyle böyle değil; Erzurum, 80'li
yıllara kadar adam akıllı biçimde münevver birikime sahip bir
şehirdi. Türkiye'de hangi şehir vardı ki, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Nurettin Topçu ve Mümtaz Turhan gibi aynı yüzyıl içinde yaşamış ve dünya çapında adları bilinen üç büyük sosyologu çıkarmış olsun?
Zamanla bir çok şey değişti. Şehirler de bu süreçte alt ve üst yapılarıyla eskiye benzemez oldu; inkişaf etti...
Belki de bu yüzdendir ki, Erzurum'un üzerine yapışıp kalan "Doğu'nun Paris'i" etiketi kıskançlığa yolaçtı!
Diyarbakır, Van, Malatya, Antep hatta Batman gibi iller yüksek sesle itiraz ettiler. "Hayır" dediler. "Doğu'nun Paris'i Erzurum değil, biziz."
Paris'ten ne anlıyorlardı
bilinmez, ancak onların
zaviyelerinden bakınca çok da haksız sayılmazlardı.
Zira Erzurum, zamanın
acımasız çarkları arasında öyle ufalandı öyle ufalandı ki, geriye eski Erzurum namına,
NATO'nun dayatması sonucu yeniden vücut bulan tek ses, tek renk ve tek tip düşünce kalmıştı!
Şöyle ki: Erzurum, "Doğu'nun Paris"i olmak yerine, NATO'nun "ön karakolu" olmuştu!
Bugünlerde en çok işittiğim
sloganların başında kuşkusuz ki, o eski nakarat yer alıyor:
"Erzurum Doğu'nun
Paris'i olacak"
Niyet iyi; bundan şüphem yok...
Lâkin merak ettiğim şudur:
Erzurum, Doğu'nun Paris'i
olacak ya bu, Karabekir Paşa'nın dediği askeri anlamda mı, yoksa sonraki yıllarda galat-ı meşhur
haline gelen şekliyle mi olacak?
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Erzurum, artık NATO için eski stratejik değerini taşımıyor.
Baksanıza tabyalarımız bile birer nostaljik anıt olmaktan öteye geçmiyor.
Değil mi ki, "Yeşil Kuşak
Projesi"nin de bundan böyle bir kıymet-i harbiyesi yok...
O halde Erzurum'u yeniden inşa etmek istiyorsak önce tarihi ve sosyal arka planımıza
dönmemiz gerekir.
Hani moda tabirle "fabrika ayarlarına dönmek"
deniyor ya...
Paranın zoruyla öyle şehirler inşa edilir ki, Paris dâhi
kıskanabilir. Ama paranın zoruyla elde edilemeyecek değerler var... Bugün Kuveyt yahut da benzeri Arap emirliklerinde Batılı mühendisler çok acayip yapılar kuruyor, hayal gücünü zorlayan binalar
dikiyorlar.
Söyler misiniz bu ülkelerin hangisi özgün, hangisi kendisi?
Çok iyi niyetle yola çıkarak, "Erzurum'u yeniden Paris
yapacağız" diyen kıymetli
yöneticilerimize acizane
önerimiz:
Paris'e benzemek marifet değil. Asıl marifet, kökleri asırlar
öncesine inen bu şehrin
örselenmiş bedenini ayağa kaldırın ve ölüm uykusuna
yatmış ruhunu diriltin yeter.
Unutmayın ki, en güzel kopya bile aslının taklidi olduğu için hiç bir değer taşımaz.
Bırakın kim Paris'e benzemek
istiyorsa benzesin; size ne...
Ünlü bir Rus yazar Paris'e
gittiğinde yazmakta olduğu
romanına her gün çıktığı Eyfel Kulesi'nde devam ediyordu. Hayranları, "Üstat "dediler. "Değil mi bu muhteşem
eserden ilham alıyorsunuz, bu sebeple her gün buraya
geliyorsunuz."
Adam öfkelendi:
"Nereden çıkardınız bunu? Ben buraya her gün geliyorum doğru. Çünkü bu iğrenç demir yığını, Paris'te buradan başka yerden görünmüyor."
Acaba aynı yazar, Yakutiye'yi
ya da Çifte Minareli Medrese'yi görseydi, aynı eleştiriyi yapar mıydı?
Malcolm X, "Benim bir hayalim var" demişti. Göremedi belki; ama O'nun hayali büyük oranda gerçekleşti.
Ben de göremeyeceğim biliyorum. Buna rağmen hayalimi herkes bilsin
istiyorum: Erzurum, bu cennet vatanın
Doğu'daki kristali olsun...