Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin geçtiğimiz ayda başlayan ve 12 Temmuzda sona eren 41. toplantısının ana konusu Çinin, Sincan Uygur Özerk Bölgesinde Uygur Müslümanlarına uyguladığı politikalardı. Eğitim kurumu adı altında toplama kamplarına alınan, öğrenim adı altında beyinleri yıkanan nesiller
Kayıplara karışan, hakkında haber alınamayan binlerce insandan sonra Çin BBCden
muhabirlerin işte bu eğitim kamplarına girmelerine izin verdi. İçerisi George Orwellın
Hayvan Çiftliğinden, LoisLowrynin Seçilmiş eserinden kesitler sunuyor adeta. Kameralara
gülen gözlerle dans eden kızlar ve erkekler, biraz sonra büyük bir sanatsal şevkle resim yapan çocuklar
Çin yönetimi tarafından atanan okulun öğretmeninin BBC muhabirine sorduğu soru
zihinlerdeki soru işaretlerini giderecek kadar berrak: İçinde resim yapılan bir hapishane olur mu hiç? Yahut Çinli bir yetkiliye bu okulda yaptıklarınız beyin yıkama olmuyor mu şeklinde bir soru yöneltildiğinde verdiği cevap da en az öğretmenin cevabı kadar isabetli:
Yahu biz kafalarındaki düşünceleri tamamen değiştirmiyoruz yalnızca aşırı düşünceleri ayıklıyoruz. Bu okul bütün masumiyetiyle faaliyet gösterirken birdenbire Türk kimliğini yitirmiş, hiç Müslüman olmamışçasına İslamdan uzaklaşmış, mutlu Çinliler ortaya çıkıyor. Yalnız tüm bunlar herhangi bir politikanın sonucu olarak değil, o okullarda gençlere, yetişkinlere güzel güzel resim yaptırdıkları, beyinlere birkaç sihirli dokunuş yaptıkları için oluyor. Üstelik kimi insanların suç işlemeden de suç işleme noktasına gelmiş olabileceği, dolayısıyla Uygurların bir suç işlemese de rehabilite edilmesi gerektiği kadar haklı bir kaygı da olamaz.
İşte Çin tüm dünyayla aynen böyle dalga geçiyor!
Oysa o kişiler öğretmen değil gardiyan, o kompleks bir okul kampüsü değil bir kamp, içeride olup biten de bir eğitim değil beyin yıkama, asimilasyon ve etnik-dini temizlik çabasıdır.
BM İnsan Hakları Konseyi, işte Çinin yukarıda bahsettiğim bu Yeniden Eğitim kamplarını, ya yok olacaksın ya da Çinlileşeceksin politikasını bu toplantıda eleştirdi.
Çine bu insanlık dışı uygulamalarına bir son vermesi için çağrı yapıldı. Bu komisyonda
Türkiye olmadığı gibi ABD, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri de yok. Suudi Arabistan,
Katar, Pakistan ise konseyde yer alıyor. Buna karşılık Çini kınayan devletler arasında resmi
dini İslam yahut nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir tane bile ülke yok. Oysa Çinde Uygurlar sakal uzattıkları için, namaz kıldıkları, oruç tuttukları için psikolojik ve fiziksel
şiddete maruz kalıyorlar.
Elbette bu ifadelerimizden kişilerin ibadet haklarının kısıtlanmasının bir İslam meselesi
olduğu çıkmamalıdır. Bu durum uluslararası bir insan hakları sorunudur. Lakin nüfusunun
çoğunluğu Hıristiyan olan ülkeler Çini kınayıp oradaki insan hakları ihlallerinin raporlanması
için maddi manevi destek olurken Müslüman nüfuslu ülkelerden yükselmeyen sesler utanç vericidir.
Türkiyeye gelince
Belirli aralıklarla Dış İşleri sözcüleri aracılığı ile son derece diplomatik
ve adeta Çine saygılarımızı sunan açıklamalar dışında Türkiye tarafından ciddi bir adım atıldığını söylemek maalesef ki mümkün değil. Türkiye ne yapmalıdır, ne yapmaya
muktedirdir ve daha onlarca sorunun zihinlerinizde uçuştuğunu biliyorum. Bu soruların
cevabını ben de bilmiyorum, kimsenin de ikna edici cevaplara sahip olduğunu düşünmüyorum. Fakat çoğu zaman sustuğumuz için, susmadığımız zamanlarda da laf kalabalığından öteye gitmeyen sözler sarf ettiğimiz için; Türk olduğu için, Müslüman olduğu için hastalıklı görülen, adeta tedaviye alınan bu insanlara binlerce kez özür borçluyuz, bundan eminim.