Haber Girişi : 04 Aralık 2015 11:14

ÖNYARGI ÜZERİNE

ÖNYARGI ÜZERİNE

Sultan Murad Han bir gün çok telaşelidir. Sanki bir şeyler söylemek ister de sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i Azam Siyavuş Paşa sorar:

-Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?

-Akşam garip bir rüya gördüm.

-Hayırdır inşallah?

-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.

-Nasıl yani?

-Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

 

Ve ikisi de molla kılığında yola çıkarlar. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkıp, Vefa'ya dönerler. Zeyrek'ten aşağılara sallanıp, Unkapanı civarında soluklanırlar.

 

Etrafına daha bir dikkatle bakınır Murat Han.  İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine çarpar, sorarlar;

-Kimdir bu?

Orada bulunanlar:

-Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın sarhoşun biri işte!

-Nerden biliyorsunuz ayyaş olduğunu?

-Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz...

 

Oradakilerden biri tafsilata girer; -Biliyor musunuz, der. Aslında iyi bir sanatkârdır. Azaplar Çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerede bir namlı mimli kadın varsa takar peşine...

 

Oradaki yaşlı bir adam çok öfkelidir ve şöyle der: -İsterseniz komşulara sorun. Sorun bakalım onu bir camide, cemaatte gören olmuş mu?

 

Hâsılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam vezir de toparlanıyordu ki, padişah keser yolunu:

-Nereye?

-Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.

-Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz,şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.

-İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.

-Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.

-Peki, ne yapmamı emir buyurursunuz?

-Mollalığa devam... Cenazeyi kaldırmalıyız en azından.

-Aman efendim, nasıl kaldırırız?

-Basbayağı kaldırırız işte.

-Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,paklanması var. Tekfini, telkini...

-Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasil hane bulmalıyız.

-Şurada bir mahalle mescidi var ama...

-Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

-Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...

-Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkânı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim der Sultan Murad Han. Ve mevtayı sırtlarına alıp caminin yolunu tutarlar.

 

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları ocağa koyar. Usulü erkânınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nur aydınlanır alnında. Yüzü sakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza...

 

Meçhul nalıncıyı kefenleyip, tabuta koyup musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha...

 

Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.

-Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...

-Nasıl yani?

-Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?

-Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim der Sultan Murad.

 

Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.

Çalar kapıyı. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.

-Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.

Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar,şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip helaya dökerdi.

-Niye?

-Ümmeti Muhammed içmesin diye...

-Hayret...

-Sonra, malum kadınların ücretlerini öder, eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal, Huccetül islam okurdum...

-Bak sen! Millet ne sanıyor hâlbuki...

-Milletin ne sandığı umurunda değildi.

Hem, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...

-Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?

-İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya...

Hatta bir gün; bak efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen ortada kalacak.

-Doğru, öyle ya?

-Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

-Peki, o ne dedi?

-Önce uzun uzun güldü, sonra da;

-Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

 

Evet, gördüklerimiz ve duyduklarımız bizi yanıltabilir. Önyargılardan tamamen sıyrılmanın çoğu insan için zor olabileceğinin de farkındayım. Ancak ön yargının insan şahsiyetinin gelişmesinde ve toplumun ilerlemesinde büyük bir engel olduğunu ve iyiye ulaşma şansını azalttığını bilmek belki peşin hüküm verme alışkanlığından sıyrılma şansını arttırır.  

 

Hayata objektif gözlerle bakmamıza engel olan bu alışkanlığımızdan başkalarına zarar vermeden sıyrılmamız en doğru olanıdır. Unutmayınız ki; hayattaki tek doğru kendi doğrularımız olmayabilir.

 

Sokrates'in dediği gibi: "Bildiğim bir tek şey varsa; o da hiç bir şey bilmediğimdir". İşte bu düşünce ön yargıdan kurtulmaya ışık tutacaktır.

 

Peşin hükümlü olmayan, bencillikten yoksun insanların oluşturduğu bir dünya çok daha güzel olacaktır.

 

Ön yargıların esiri olmamanız dileği ile?

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.