Hız tutkusu, heyecan ve tabii ki dikkatsizlik…
Sonu tam bir facia, yürekleri yakan bir acı, gidenlerin geri gelmeyeceği bir son…
Tek bir cümlede söylüyoruz:
“Üç genç trafik kazasında öldü.”
Vay be… Bu kadar kolaymış demek ki…
“Üç genç trafik kazasında öldü.”
Halbuki üç genç hayatlarının baharındaydılar, daha üçü de yarınlara kucak açan birer fidandı.
Dalları tomurcuk vermişti, vuslatı bekliyordu aşkları…
Kimi evliydi, kimileri bekardı.
Kimbilir, belki de onların da sevdalandıkları vardı. Ya da onlara sevdalı olan…
Akrabaydılar.
Muhammed Yıldırım…
Muhammed Ayyıldız…
Selim Kılıç…
Nasıl da yakışıklı yiğitlerdi, nasıl da gülen gözleriyle hayat doluydular.
Besbelli ki üçü de esaslı biçimde insan evlatlarıydı.
Ahhh hız, ahhh…
Sen zalim bir düşmansın.
Çocuklar neydi aceleniz, nereye yetişecektiniz ki, on dakika sonra gitseydiniz olmayacaktı…
Sadece ailelerinizi, sevenlerinizi ve arkadaşlarınızı değil; sizi tanımayan bizleri de ağlattınız…
Üç fidandınız, üç güzel insan…
Yere düştünüz, yer bize kızdı.
Palandöken karalara büründü, Daphan içten içe ağladı.
Oltu yasa büründü…
Siz çocuk sahibi olmadığınız için anaların babaların yüreklerinin nasıl alev alev yandığını elbette bilemezdiniz…
Yandı; öyle böyle bir yangın değildi üstelik…
Analarınızın, babalarınızın, kardeşlerinizin, akrabalarınızın, sevdiklerinizin ve dahi bizim…
Yüreklerimizi ateşe verdiniz de gittiniz be gençler…
Neylersiniz ki ölüm, sıra üzere olmuyor işte…
Üç genç, hastane bahçesinde yumdular kara gözlerini, hastaneye bile kaldırılmadan…
Ah kuzularım, keşke cevap verebilseniz de söyleseydiniz: Aceleniz neydi…
Neydi, sizi ölümün kara kucağına son sürat götüren o tez canlılık…
Mevla’m sizi rahmetiyle sarıp sarmalasın inşallah…