Haber Girişi : 28 Ağustos 2014 21:17

Ölüler de sevinir...

Ölüler de sevinir...

Demirel’in, bu "durum" karşısında ne düşündüğünü elbette bilemeyiz. Fakat değil mi ki kendisi de İslamköy’den çıkıp, Türkiye’nin en tepesine kadar yükselmiş biriydi. Dolayısıyla kendisi gibi bir halk çocuğu olan Erdoğan’ın, geldiği bu noktayı yadırgıyor olmaması lazım...

Peki öyle mi?

Gerçekten bilmiyorum; belki yadırgıyordur, belki de "demokrasinin gereği budur" diyordur.

Merhum İsmet Paşa’nın, Erzurum senatörü Lütfü Doğan Hoca’yı, sakallı olduğu için  bi hayli yadırgamış ve "Bu iş bitti, madem ki sakallarıyla Senatoya kadar geldiler, demek ki biz  kaybettik" dediğini tarih kaydediyor.

Sakalı ve başörtüsünü, cumhuriyetin yitirilmiş bir kalesi gibi gören CHP zihniyetinin, uzun bir zaman devlet ve toplum hayatında temel bulduğu kimse için sır olmasa gerek...

Lütfü Doğan’ın sakalıyla Senatoya girmiş olması, 70’li yıllarda İsmet Paşa için nasıl ki, cumhuriyet adına bir yenilgiyse, bugün de CHP için Tayyip Erdoğan’ın köşke çıkması aynı şey...

Nitekim dün Meclis’i terk etmekle bunu zaten fiilen göstermiş oldular.

Halkın iradesini yok sayarak, kendi militarizmlerini dinleştiren bir anlayış...

İsmet Paşa yok ama tüm kökleriyle devam eden o faşizan anlayışın, bugün dindar bir insanın Köşk’e çıkması karşısında ne düşündüğünü ve neler yapabileceğini CHP eliyle öğrenmiş olduk.

Yani değişen bir şey yok.

70’li yıllarda, Lütfü Doğan’ın sakalına bakıp, "eyvah cumhuriyet elden gitti" diyen İsmet Paşa’dan, 2014 yılındaki CHP’nin ayrılan bir yanı yok.

Ne yazık ki böyle...

O da devletin sahibi ve hakim irade olarak kendini görüp, halka "sürü" muamelesi yapıyordu, bugünkü CHP de...

Erdoğan’ı yüzde 52 ile cumhurbaşkanı seçen halk, aslında geri, cahil ve bidon kafalı!

Tıpkı 70’li yıllarda diyanet işleri eski başkanını senatör seçen Erzurum halkı gibi...

CHP’nin ne düşündüğü meçhul değil... Hoş biz o CHP’nin cemazülevvelini de biliriz ya...

Benim asıl merak ettiğim, yaşasalardı acaba onlar ne düşünürdü?

Rahmetli Erbakan, Türkeş ve Ecevit...

Bu sebeple, onlara:

"Meclis’te yapılan yemin töreni için ne hissediyorsunuz" diye sorma imkanımız yok...

O kuşağın siyaseten hayattaki tek canlı tanığı Demirel’dir.

Tayyip Erdoğan  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin halk oylamasıyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olduğu için Demirel’in, telefon açıp kutladığını biliyoruz.

Peki Erbakan hayatta olsaydı ne derdi acaba?

Öyle ya, dizinin dibinde yetişmiş bir talebesi; kendisinin bir yıl dahi başbakanlığına tahammül edememiş bir sistem tarafından hem de seçilmiş bir cumhurbaşkanı oldu...

Devrim bu değilse; nedir devrim, o zaman?

O tarihte Dinç Bilgin’in sahibi olduğu Sabah gazetesi, başbakan Erbakan için "çekil iblis" manşetini atmıştı. Bugün Pensilvanya’daki mukim olan zat ise, o zaman henüz Türkiye’deydi. Ali Kırca’ya verdiği bir röportajında, "Başbakan için ne düşünüyorsunuz" sorusu üzerine, kendinden emin ve bi o kadar da eline tutuşturulan pusulayı ezberlemiş öğrenci edasıyla, "...bana o insandan bahsetmeyin adını duymak istemiyorum" demişti. Herkes biliyordu ki, kastedilen "O insan", merhum Erbakan’dı ve bu ülkenin seçilmiş başbakanıydı.

Erbakan’a bir yıl dahi başbakanlığı çok görüp, O’na etmediği zulmü bırakmayan "sistem",  çok değil on küsur yıl sonra, Erbakan’ın bir talebesine; önce 12 yıl 13 gün süresince başbakanlık, ardından da ilk kez seçilmiş bir cumhurbaşkanlığı vermek zorunda kaldı.

Tekrar soruyorum:

Devrim bu değilse; nedir devrim, o zaman?

Her şey ortada işte...

CHP, alçak sürünmeye devam ediyor.

Böyle giderse hakikaten bin yıl da geçse CHP dizlerinin üstüne doğrulamayacak.

Okyanus ötesini hiç sormayın; baksanıza...

Hem maşeri vicdan hem de tarih hükmünü icra ediyor.

Son söz olarak: Dün bu ülkede sadece bir yemin töreni yapılmadı.

Dün bu ülkede, "muhtar bile olamaz" denilen adamın devletin başına geçtiğine tanık olduk.

Dün bu ülkede, Erbakan’ı terbiye etmeye çalışan yarı aydınların, demokrasiden nasibini alamamış gazetecilerin, iflah olmaz militerlerin, sırtını devlete dayamış bürokratların  ve kamu destekli kodamanların bir yılda paketleyip gönderdiği Başbakan Erbakan’ın bir talebesi, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

CHP’li bir vekil Meclis’te iç tüzük kitapçığını fırlatmasın da ne yapsın!?

Halbuki ben kendisinden daha ileri bir eylem beklerdim.

Misal; Kızılay’da kendini yakabilirdi!

Uzak-yakın birileri histeri krizine girmiş çok mu!?

Dün bu ülkede, muhafazakar toplumun bir talebi olarak aslında yeni Türkiye’den, Osmanlı’nın mirasına sahip çıkması istendi.

Dün bu ülkede, halk iradesinin göreceli bi şey olmadığı, yeri geldiğinde cumhurbaşkanını belirleyebilecek bir erke sahip olduğu ispatlandı.

Ve dün bu ülkede, bütün bunlar kadar önemli olan bir şey daha oldu. O da şuydu:

Rahmetli Erbakan, , Tayyip Bey’in Köşk’e çıkmasıyla beraber, ömrünü adadığı davasının meyvelerini topladı.

Ve herkes görmüş oldu ki aslında ölüler de sevinir...

Ruhun şadolsun muhterem Hocam...

Emanetin en sağlam ellerde...

Ey büyük insan, büyük komutan Atatürk...

Huzur içinde ol; sana bütün kalbimle inanmış bir insan olarak, temin ederim ki, canın pahasına kurmuş olduğun Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çok ama çok sağlam bir zeminde ve doğru insanların yönetiminde...

Aziz Atatürk...

O ikide bir gelip şikayet ederek ağlayıp sızlayanlara inanma...

Onlar bugünkü Türkiye’yi hayal bile edemeyen müşkülpesentlerdir.

Onlara kalsa biz hala sürünüyor olacaktık.

Sen bize yangın yerinden kurtardığın yepyeni bir devlet emanet ettin, biz de gelecek nesillere öyle bir devlet bırakmak istiyoruz ki, dört bir yanıyla senin hayallerini süslüyor olacak...

Aziz Atatürk...

Ben ki senin yoluna inanmış ve bu millet için yaptıklarına sonuna kadar sahip çıkmış bir insanım... Ama aynı ben, (sana farklı anlatılan) bu Tayyip Erdoğan’a da inanıyorum ve O’nun da bu ülke için nasıl çırpınıp durduğuna tanık oluyorum.

Huzur içinde uyu büyük komutan...

Kurduğun cumhuriyet, dünya ölçeğinde itibar, izzet ve ikbal sahibi bir markanın adıdır artık...

Aziz Atatürk...

Dün bu ülkede, senin koltuğuna Recep Tayyip Erdoğan oturdu.

Eğer tanısaydım Paşam, iddia ediyorum ki Meclis’te kitap fırlatan maskaraların yüzüne bile bakmazdın.

Gözlerimi yumdum tevekkül ettim.

Bir yanda Aziz Atatürk, diğer yanda Erbakan vardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı Erdoğan  yemin ediyordu.

 

İşte orada gördüm, meğerse ölüler de sevinirmiş...