Tarih; yanlış anlaşılmanın ya da yanlış adamların kışkırtması sonucu haksızlığa uğrayan "kurban"larla doludur.
Ne yazık ki bu, dün de böyleydi, bugün de...
"Kral çıplak" demenin her dönem ağır bir faturası olmuştur!
Bir kaç yıl önce sırf "Seksen desibelin üzerindeki ses, insan sağlığı üzerinde son derece yıkıcı sonuçlar doğurur" diyen Erzurumlu bir tıp profesörünün boynu nasıl modern çağın engizisyon cellatlarının giyotinlerine itildiyse, geçmişte de İmam-ı Azam başta olmak üzere nice alimler, zalimlerin ezberini bozdukları için azapların en şiddetlisiyle cezalandırılmıştı!
Hemşehrimiz şair Nef'i, yaşadığı dönemin egemenlerini hicvetmek yerine, onlara meth ü senalar dizdirmiş olsaydı, derisi yüzülerek cezalandırılır mıydı hiç?
Galileo mahkemede cezaya çarptırılırken karısı feryad ediyordu:
"Kocamı haksız yere cezalandırıyorsunuz"
Galileo, cellatların arasında götürülürken karısının insani tepkisine cevap verdi:
"Sus be kadın sus. Haklı yere cezalandırsalardı daha mı iyi olacaktı!"
Erzurumlu tıp profesörü (üstelik iyi de bir hafızdır) yıllarca itiraz edip durdu. Dediği özetle şuydu:
"Camilerde hoperlörle okunan bu ezan ne aslına uygundur, ne de çıkan ses normaldir."
Malum çevreler öyle bir linç kampanyası başlattı ki,onlardan çok daha dindar olan ve onlardan çok daha islamı iyi bilen Erzurumlu o profesör anında "din düşmanı, ezan düşmanı kafir" ilan edildi!
Oysa haklıydı. Çünkü camilerdeki hoperlörlerin neredeyse tamamı bozuktu ve yine bir çok camide ne yazık ki ezan iyi okunmuyordu.
Bu gerçeği herkes biliyordu ama sırf konjonktüre ters düşmemek için yapılan yanlışa göz yumuyordu!
O profesör göz yummadı, itiraz etti, mahkemelerde o yobazlarla çatışıp durdu.
Sonunda dayak yedi, sürgün edildi, ailesi Erzurum'dan çekip gitmek zorunda kaldı! Karısı ve çocukları aylarca cehennem hayatı yaşadı.
Sonra ne oldu?
Olan şudur: Geçen gün Diyanet İşleri Başkanlığı 81 ili kapsayan bir genelge yayımladı ve dedi ki, "...camilerde seksen desibelin üzerinde bir sesle ezan okumak yasaktır."
Yani bizim tıp profesörü iddiasında haklı çıkmıştı.
O'nu "ezan ve din düşmanı" ilan eden yobaz takımının gıkı bile çıkmadı. İçlerinden bir teki dahi Diyanet'i "ezan düşmanı" olmakla suçlayamadı!
Ama aynı adamlar yıllar yılı ömrünü ilme ve insanlığa adamış bir hemşerisini "kafir" olmakla suçlamış ve sadece kendisini değil, kızlarını ve karısını bile taşlamıştı!
Yıllar önce tıp profesörünün bilimsel deneyler sonucu ortaya koyduğu gerçeğin bugün Diyanet tarafından "evet doğrudur" biçiminde kabul görmesi, hiç yoktan elbette iyi bir şeydir ama insanın canını yakan husus, bu gerçeğin çok geç anlaşılmasıdır.
Dedik ya tarih, zaten hep bu geç anlaşılmalarla doludur diye...
Biliyorum soruyorsunuz: O Erzurumlu tıp profesörü kim?
Beni yormayın, biraz araştırın bulursunuz...
O tıp profesörünü taşlayarak linç etmek isteyenler aslında gerçekle yüzleşmekten korkan ve Allah'ın vahyettiği ilahi hakikate karşı gözlerini yumanlardan başkası değildi.
Not:
Fevzi Budak'a haksızlık etmeyelim
"Erzurum'da Oxford olsa okur muydunuz?" başlıklı yazımızda Bilkent'in Erzurum'da kurulmasında merhum rektör Yaşar Sütbeyaz'ın çok ciddi desteği olduğunu yazmıştık.
Doğru, bunda bir eksiklik yok...
Lakin o süreçte çok daha büyük emeği geçen kişilerden biri de dönemin Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak'tı. Bu hakikatin altını kalınca çizmemiz gerekiyor.
Fevzi Hoca o gün birtakım çevrelerin güçlü itirazına rağmen Bilkent'in Erzurum'a gelmesi için canspirane bir mücadele vermişti. Bu gerçeğin bilinmesi gerekir.