Soba icat edilmeden önce ocak ve
tandır yakılınca evi bir duman sarardı. Dumandan bunalan insan dumanın olmadığı
hayata çıkardı. Evin avlusuna bu nedenden ötürü hayat adı verilmiştir.
Zorlanmadan nefes almayı, oh be hayat varmış demeyi nitelikli bir yaşantıya
benzetebiliriz.
Hazır bulduğumuz belli bir çevre ve kültürün içerisinde yaşıyoruz. Bu hazır bulduğumuz bu yaşantıyı sorgulamak işi,özgüvenle, farkında oluşla başlar. Derslerimde de sık sık tekrarladığım Sokrates'in şu özdeyişinde belirttiği gibi, " Sorgulanmamış,irdelenmemiş bir hayat yaşamaya değmez."
Sorgulama işi soru sorma cesaretiyle başlar. Bahçıvanın bahçesindeki ağaç ve çiçeklerdeki fazlalıkları fark ederek budadığı gibi, nitelikli bir yaşantıyı isteyenler de hayatındaki olumsuzlukları fark ederek onları budamakla işe başlar. Yenilik sancılı olduğundan, nitelikli bir yaşantıyı isteyenler korkaklar gibi " Hayat böyle gelmiş böyle gider," demez, "Böyle gelmiş ama böyle gitmez,"der.
Nitelikli hayat isteyen, kendi gücünün zayıf ve güçlü yanını keşfettiği kadar, kültürünün de zayıf ve güçlü yanlarını keşfeder. Bilgi ile işe başlar. Bir mimarın eserinde gösterdiği titizliği, kendi hayatının tüm güzelliklerinde gösterir. Kendini yeniden yapar, işte bu hayat benim hayatım der. Hayatında değerler yer alır. Erdemli bir hayat sürme çabası içerisindedir. Yaşantısında keşkeleri azaltır. Sevinçle, canlılıkla hayata başlar. Kendine yakışanı yapar, hayatında bütünlük ve tutarlılık vardır. Tüm canlıya merhametlidir. Saldırganlık asla aklından geçmez. Özerk ve özgür bir kişiliği zedeleyen dış baskılara her ne ad altında olursa olsun karşıdır.
İşte Ramazan ayını daha nitelikli bir yaşama fırsatına dönüştürebilir, sade ve kaliteli yaşayabiliriz. Belediyelerimiz Ramazan ayı adına yapılan şenlikleri ve etkinlikleri gösteriş ve reklam kepazeliğine dönüştürmez, saygıdan, hukuktan ve haktan uzaklaşmaz, ses ve gürültü kirliliğine dikkat ederdelerse daha nitelikli yaşanır bir kent oluşur kanaatindeyiz.
İftara yetişeceğim diye trafik kurallarını ihlal etmezsek, fırınlarda iftar pidesi alacağım diye kavgaya tutuşmazsak ibadetlerimiz bize ve başaklarına eziyet nedeni olmaz.
Kendini Tanrı'ya adayan Hıristiyan keşişlerinden Bellarmine, pirelerin ve başka iğrenç haşerelerin kendisini yemesine, sabırla ve alçakgönüllülükle göz yumar ve şöyle dermiş: " Bizim çektiğimiz acıları ödüllendirecek cennetimiz var, ama o zavallı yaratıkların, bu hayatın tadını çıkarmaktan başka hiçbir şeyleri yok."
Cennete gideceğim diye ne kendimizin ne de bir başkasının hayatını cehenneme çevirmemek gerek. Bu dünyada nitelikli yaşayamayanlar cenneti nasıl hak etmiş olurlar ki?
İnsanın inandığı inançları nefse eza etmeye, nedamete, acı çekmeye ve kendinden başkasını batıl inançlara batmış durumda görmeye, yaşama sevincini kaybetmeye neden olmamalıdır.
İnançlarımızın kökenini sorgulamaktan korkmamalıyız. Basmakalıp inançlarla yetinerek, kendimizi kurtulmuş başkalarını sapkınlık içerisinde görme alışkanlığını bırakalım. Suçlama ve kınama duygusunu içimizden atamazsak bağışlama, hoş görme ve sevgi damarlarımızı kuruturuz. Zaten, kültür çevremiz hoşgörüsüzlük çemberiyle kuşatılmış olduğundan daha nitelikli bir yaşantıya ulaşamıyoruz.
İngiliz filozofu Davıd Hume 1757 tarihinde yayınladığı "Dinin Doğal Tarihi" adlı eserinde "Ahlaka uygun yaşamak, boş inançlara göre yaşamaktan daha güçtür." der.
İnançlarımız bizi erdemsiz değil,erdemli olmaya ve erdemli yaşamaya götürmelidir. Hume, uzun yaz günlerinde oruç tutan Müslümanların oruçta gösterdiği sabrı, ahlaki erdemlerde göstermemelerini şu cümlelerle eleştirir: "Türklerin ( o tarihlerde Müslüman olan herkese Türk denmekteydi) çoğunluğu yılın en sıcak aylarında ve dünyanın en sıcak iklimlerinin kimilerinde, güneşin doğuşunda batmasına kadar yiyip içmedikleri Ramazan ayında hiç kuşkusuz en kötü yürekli ve insanlık yoksunu kişiler için bile, herhangi bir ahlak ödevinin yerine getirilmesinden daha güç olmalı. Moskofların dört perhizi (orucu) ve kimi Katoliklerin çileleri,katlanılması, alçakgönüllülük ve yardımseverlikten daha güç şeyler gibi görünüyor. Kısacası, ne kadar az uyulsalar da insanların bağlandıkları erdemler güzeldir: bütün boş inançlarsa, her zaman iğrenç ve ağır yüklerdir."
Bu yükü hafifletmenin ve Tanrıya hizmet etmenin yolu, onun yarattıklarının mutsuzluğuna değil, mutluluğuna katkı sağlamaktır. Erdemden yoksun inançlar elbette kişiyi ham sofu ve kaba yobaz yapar. En canice ve en tehlikeli girişimlere atılanların çoğu, "Din güzel ahlaktır," anlayışını öteleyen erdemden yoksun, bilgiden ve sevgiden uzak Kuran'ın ifadesiyle "Vay onların haline ki yaptıklarını gösteriş için yaparlar," durumundaki batıl inanç sahipleridir.
Daha nitelikli bir hayatı yaşamak umuduyla?