O, sonradan "önemli bir adam" olacak, sıradan bir çocuktu Sıradanlığı sen, ben, o, bu, şu gibi?
Kenar mahallerden birinde, iki oda bir sofalı gecekonduda üç kardeşi ve annesiyle yaşıyordu. Buna da yaşamak denirse elbet.
Babası yoktu. Aslında vardı! Yani vardı ile yoktu arasında bir şey işte. Bir mesleği ve işi yoktu. Çocukların getirdiği haftalıklarla dönüyordu ev. Baba ise duvar diplerinde çilingir sofrasında.
Birçok çocuk babası içki içtiği için üzüntü duyabilirdi ama o sevinç duyuyordu babasının sarhoş hallerinden.
İçki masasına oturduğunda hep geç gelirdi eve. Üstü başı toz toprak içerisinde; saç baş darmadağın, yaşamları gibi. Küfürleri sesten çok bir öküz böğürmesi gibi tırmalardı kulakları. Bir anlam veremezdi annesine; bu halde bile karşısında gıgını çıkarmaz, saygıda kusur etmez ve her ne istiyorsa yerine getirirdi. Zavallı annesi!
İncecik, sanki küçük bir darbede kırılacakmış hissini verecek kadar zayıf, çıkık elmacık kemikleri, solgun gül desenli elbisesinin üzerinde komşu kadının verdiği gri yeleği ve ayaklarında tabanlarına basarak giyindiği plastik ayakkabısıyla "Gorgi Baba" romanından çıkagelmiş çamaşırcı kadın portesini andırıyordu. Çamaşırcı kadın romanda bir kahraman değildi ama annesi çocuk için tam bir kahramandı. Yaşamayı nefes alıp vermek almak sanıyordu çocuk? Bir de margarin sürdüğü ekmeğinin üzerine bir parça lor koyup mideye yuvarlamayı. Tek güzelliğiydi yaşam adına, başını dizlerine koyup uzandığı annesinin şefkatle saçlarını okşaması.
Sıkıntılı günlerde yaşama adına ciğerlerini doldurduğu havanın en güzelini, en lezzetlisini ise babasının eve sarhoş geldiği akşamlarda alırdı çocuk! Ayaklarının, beyninin ve dilinin takatinin son kertesinde gelirdi eve. Ve her seferinde o dolanan diliyle: "çabuk bana yemek getir" diye bağırsa da, beklemeden sızar kalırdı yatağında.
Oh be! Azar yok, bağırtı şamata yok, olur olmaz işlere koşturmak yok! En güzel tarafı da, bakkaldan veresiye sigara almaya gitmek yoktu! Sonrası gün çok geç uyanır, etrafa emirler yağdırmaya başlamasına fırsat kalmadan gelirdi birkaç o duvar diplerinin müptelası arkadaşları.
Kara gün olurdu o birkaç müptelanın gelmediği günler. Ogün evden dışarı çıkmaz, ağız dolusu küfürlerini tükürük misali sağa sola sıçratırken, evdekilerin gününü cehenneme çevirirdi. Bu yüzden sarhoş halini seviyordu babasının. Bir de çabuk öldürür diye umut etmenin hoşluğunu!
Annesi en çok onun okuyacağını, iyi bir iş ve iyi bir adam olacağını beklese de, yıllar sonra o çocuk sadece adam olabilmişti!
Zoraki ortaokulu bitirmiş sonrası hep onun bunun yanında çıraklıkla geçmişti. Nerede üç kuruş fazla haftalık bulursa hemen iş değiştiriyor, haliyle bir meslek öğrenemiyordu.
Aslında dört kardeşlerdi. Bir kız (o da sonradan birine kaçarak evlenip gitmişti)üç erkek. En büyükleri amelelik ettiği inşaatta düşüp ölünce iki kardeş anneleriyle yaşamaya başlamıştı. Ah, bir de babaları. Üç gün sonra cesetini bulduklarında öğrenmişilerdi eve gelmemesinin sebebini. Zamanla çektirdiklerinin acısı bile kalmadı akıllarında. Sanki o hiç olmamış gibi; sanki kendiliğinden var olmuşlar gibi!
Yokluk içerisinde yıllar yılı geçti. En iyi parayı sokak sokak hurda malzemeler toplayarak kazanan bu iki kardeş zamanla işi büyüttüler. O sefalet günlerinin korkusuyla yemedi içmediler. Çalışıp kazandıkları parayı olduğu gibi biriktirip, zaman içerisinde kocaman bir arsa aldılar. Bir zaman sonra da üzerine kocaman bir bina. İşlerin başında "o" çocuk olmak şartıyla, her türlü hurda işine girdiler. Hurda araçtan hurda demire kadar?
Evlenip çoluk çocuğa karışmaları bile hızlarını kesmemişti. Dünyaya gelen çocuklarından bile hızlı büyüyordu işler. Çocuklarda büyüyüp çalışmaya başlamasıyla koca bir şirket olmuşlardı.
Ama içlerinde hep o yokluk ve sefalet günlerin korkusu vardı.. Sadece çalıştılar. Sadece para kazandılar ve sadece deste deste para yığdılar.
Gel zaman git zaman büyük kardeş öldü. Bankada binlerce dolar para olmasına rağmen, sefalet içerisinde öldü.
İki yıl sonra "o" çocuk da öldü! Yemden, içmeden, açlık korkusuyla aç kalarak, sefalet içerisinde. Hem de bankada o kadar para var iken!
Tabii, kendileri kazanmamıştı o kadar parayı; aralarında pay etti amca çocukları. Kimisi ev aldı kimisi son model bir otomobil. Kimisi har vurup harman savurdu, kimisi kalan parayla babalarının mezar taşını yaptırdı. Yel oldu, sel oldu amca çocuklarının elinde, kısa sürede tükenir oldu o koca servet.
Ne o kadar zorlukla kazananlara yar oldu ne de ehlikeyif amca çocuklarına! Ne kazanan bildi para kazanmanın gereğini ne de fütursuzca harcayan çocuklar. O zaman sormak gerek; ne için para kazanmalı diye!(?)