Kendisine emanet edilen ve yaşamasına imkân sağlanan yerküreyi insan, elleriyle yaşanamaz kılmak için var gücüyle çalışmaktadır.
İnsanın hırsı, sahiplenme duygusu, saldırganlığı, bencilliği ve egemen olma isteği onu felaketten felakete sürüklemektedir.
Sadece fizik değil, diğer bilim dalları da elbirliğiyle sanayileşmeye ve silahlanmaya yardıma koşarak kontrolsüz güç oluşturulmaktadırlar.
Çevre kirlenmesi ve bozulması tüm insanlığı korkutmaktadır.
Doğal afetler yer kürenin kendi yapısından olduğu kadar kendi ellerimizle de bu felaketlere ortam hazırlamaktayız.
İklim değişikliği sonucu görülen felaketler, bizim doğaya hükmetme, onun canının, saygınlığının, hak ve hukukunun olduğunu unutmamız sonucunda gördüğümüz felaketlerdir.
Ülkelerin çoğu aşırı kentleşme, nüfus artışı, sanayi ve diğer oluşturulan atıklarla baş edemez durumdadırlar. Ülkemiz de bundan yeterince nasibini almaktadır. İstanbul’un kullandığı su miktarı günlerle hesaplanmaktadır. Durum bu kadar vahimken yeni yerleşim yerleri yapılarak ve bununla da övünülerek kentin sınırları genişletilmektedir.
Kentlerin trafik sorununu çözmek için tüm kaynaklar seferber edilmektedir. Kentler otomobil cennetine değil, yürüyen tabutlar cehennemine dönüştüğü unutulmaktadır.
İnsanlık bilinçlenmelidir. Ama demezler mi bu felaketleri yapanlar zaten bilim insanları, siyasetçiler, yöneticiler. Kim bilinçlenecek?
Evet, insanlık adına mesleği, işi ve tahsili ne olursa olsun her bir fert hayatın saygınlı hakkında bilinçlenmelidir.
Yine birey eline geçen her bir atığı tabiata atarak ondan kurtulduğunu düşünmemelidir. Üretilen atıkların tabiatı kirletmeyecek ve yeniden dönüşümü sağlanacak atıklar olması konusunda bilinçlenmelidir. Kullandığı ilaçların her türünün yararı olduğu kadar zararının da olduğu konusunda bilinçlenmelidir.
Bu felakete ben neden olmuyorum diyerek felaketlerden kurtulmayacağı bilinciyle, her bir birey evinden, iş yerinden, sokağından, caddesinden, mahallesinden, köy ve kasabasından, kentinden ve ülkesinden dahası yer küreden sorumlu olduğunun bilincini kaybetmeden her bir adımını ona göre atmalıdır.
Bu bilinci aile, okul, mabet, kışla, iletişim araçları elinden geldiği kadar vakit geçmeden vermelidir.
Yunus Suresi yüzüncü ayetindeki “Allahın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.” ilahi ihtarını unutmadan, görmemezlikten gelmeden aklımızı son sınırlarına kadara kullanarak üzerimize yağacak maddi ve manevi pisliklerden kurtulmanın çarelerini ve yollarını bulmalıyız.
Siyaset ve bilim, materyalist olmayan bilgelikle/felsefeyle, sanatla, edebiyatla, ahlakla dinle, mitolojiyle özellikle de Kızılderili mitolojisiyle yakınlık kurmalı onlardan yardım alarak işini görmelidir.
Yazımı materyalist tabiat anlayışından uzak felsefi romantik şairlik ruhunu taşıyan Wordsworth’un Excursion’taki (Çıkış, 9 Kitap) dizeleriyle bitirelim:
“Bütün Biçimlerin…
Diye sakin bir sesle konuştu Bilge,
Tayin edilmiş bir…
Etkin ilkesi vardır…
Her ne kadar duyulardan, gözlerden
Uzak olsa da,
Her şeyde vardır o,
Her şeyde, her özde,
Masmavi göklerde, yıldızlarda,
Salınıp duran bulutlarda,
Çiçeklerde, ağaçlarda,
Dere yataklarındaki,
Sayısız çakıl taşlarında,
Sabah çiğ damlasında, görünmeyen havada…
Var olan her şeyde
Kendini aşan nitelikler vardır…
İyilik yayılır her şeyden
Ya yalın bir kutsama; ya da şerle karışık.
Ne ayrılık ne yalnızlık
Tek bir ruh
Damardan damara dolaşır durur,
Âlemlerin canı… Kâinatın özgürlüğü
İşte bu…” (Seyyit Hüseyin Nasr, İnsan ve Tabiat, s.89-90).