Erzurum'un yerlisi bir ailenin çocuğu olarak aklımın kestiği elli yıl içerisinde Erzurum'da iki tane MİTHAT BEY tanıdım. Her ikisi de hakikaten "Bey" denmeye lâyık insanlardı. Bulundukları ortamlarda ağırlıkları hissedilen kişilerdi.
İlki Aşkale denince halen dahi akla gelen ilk isim olan rahmetli Mithat (Kuşçulu) Bey'di. Babamın ikinci evliliğinden kayınpederi Canip (Kuşçulu) Bey'in küçük kardeşiydi. Ağabeysi ve kendisinden sonra Aşkale'de belediye başkanlığı yapmış olan yeğeni İlhan (Öztürk) Bey gibi Aşkale'yi o uzun yıllar idare etmişti. Cumhuriyet'in ilk yıllarında köylerde eğitmenlik /öğretmenlik yapmış olan Mithat Bey'in Alvar'da öğretmenlik yaptığı yıllar Alvar imamı Mehmet (Budak/Yardımcı) Efendi (Efe Hz.)'nin en popüler olduğu, oğlu Seyfettin (Mazlumoğlu) Efe'nin eşini kaybettiği günlerdir. Mithat Bey, daha sonra Aşkale'ye dönmüş,ziraatçiliğinin yanı sıra siyasete atılmış, hep ön safta yer almış, gerek kendi partililerince, gerekse muhaliflerince saygı duyulmuş bir Aşkaleli'ydi.
İkinci Mithat Bey, harpten çıkmış, fakat her an yeni bir harbe girebilecek, çeşit çeşit felaketlerle karşılaşabilecek, konjüktrel bir yerde bulunan bir ülkenin tarihte çok büyük hizmetleri olmuş, günümüzdeki gibi sıradanlaştırılmamış bir kurumunun, KIZILAY Erzurum Şubesi'nin başında uzun yıllar bulunmuş bir idareciydi. Erzurum Kızılay'ı değil, Türk Kızılay'ı denilince akla gelen isimlerden biriydi.
Mithat Turgutcan, Erzurum Kızılay'ı değil, aslında Erzurum'un ta kendisiydi. (Kendi tabiriyle) üç otuzluk (yani doksan yıllık) hayatının büyük bölümünü Erzurum'da geçirmişti. Gerek ailesinden aldığı terbiyeyle, gerekse devlet terbiyesiyle yetişmiş; ilkeli,disiplinli, kendisine teslim edilen her şeyi emanet bilmiş, dürüstlükten ayrılmamış, dik durmuş;fötr şapkası,kravatı günlük traşı ve düzgün giyimiyle örnek bir Erzurumlu'ydu. Cumhuriyet'in aydınlarındandı. Bu kadar yıldır gelmiş geçmiş iktidarlardan hiçbirisinin ona dokunmamasının sırları belki de buralarda gizliydi. Kimseye eyvallahı yoktu. Çünkü çizgisi belliydi. Bundan hiç taviz vermedi, sapmadı. Sonra kişisel ağırlığı sayesinde Türk Kızılayı'nın nimetlerinden, hizmetlerinden Erzurum'u yeterince yararlandırmış, kimselere bir şeyleri peşkek çekmemiş idarecilerimizdendi. Erzurum'umuza kazandırdığı binalar ve tesislerin yanı sıra buralarda birçok insanın konaklamasına,buralardan ekmeklerini çıkarmasına imkân sağlamıştır. Hele özel doktorların özel muayene ücretleri talep ettikleri tarihlerde açtığı, gerek asker, gerek sivil seçkin doktorlarla hizmet verdiği Kızılay Sağlık Merkezi'ndeki hizmetleri unutulacak cinsten değildi. Yıllardır binlerce üniversite öğrencisine sunduğu Kızılay'ın yurt hizmetleri de öyle! Hiçbir zaman kurduğu disiplin ve otoritesinden taviz vermedi. Herkesin haddini bilmesini sağladı. Görevliyse görevini bilecek, kiracıysa şartnameye uyacak,öğrenciyse kurallara uyacaktı. Allah(c.c.) ebeden razı, mekânı cennet olsun?
Ben, bu Koca Çınarı, ömrümüzün ilk otuz yılının geçtiği Çavuşoğlu-Ulusoy Garajları'nın bulunduğu Doğu Kooperatifevleri'nde oturduğumuz yıllardan tanırım. Örnek Oteli'yle İpek Petrol'ün sırtındaki iki katlı bahçeli evin üst katında Hacı Servet ve İrfan amcalar otururlardı. Bu iki kardeşin ağabeyleri de Mithat Turgutcan'dı. Onların evinin tam karşısı büyük amcam Tevfik (Elmalı) Bey'in, çapraz köşeleri de bizim evimizdi. Üçer, dörder çocuklu, iki kardeşin bir arada oturduğu eve gazeteci olduğunu bildiğimiz Mithat Bey akşamları gelir, sabahları çıkar giderdi. O geldikten sonra değil o evden tüm sokaktan çıt çıkmazdı. İşte Mithat Bey, o 70'li yıllardan amcamızdı.Herkes bu ciddi adamdan çekinirdi. Yakın dostları olan babam, amcalarım, büyükbabamdan başka, onun babası olan Dıreş Mehmet (Elmalı) Efendi'yi de görmüştü. Bizlerin disiplin abidesi olarak bellediğimiz Mithat Bey de çoğu kez haktan hukuktan ayrılmayan, dürüst bir esnaf olarak gördüğü, sözünün üstüne söz söylenmeyen dedemizi Site Dadaş'ın orada birçok insanın bulunduğu ortamlarda anlatır, "Erzurum'da böyle insanlar vardı" derdi. Bizleri sevmesi biraz da bundandı. Hiçbir çıkara dayanmayan, karşılıklı sevgi saygı sınırları içerisindeki bu dostluklar bize aktarılmış, öylece de devam etmişti.
Vefat ettiği günden bir gün önce, 26 Mayıs 2015 Salı günü Yakutiye Belediyesi'ne uğrayıp saat 09:00 sularında emlak vergilerimizi yatırdıktan sonra yolumun üzerindeki Diyanet'in Satış Merkezi ile Kitapsarayı'na uğrayıp birer selam verdikten sonra ayrıldım. Birden o ki buralardayım, Kızılay Yurdu'na bir uğrayıp Mithat amcanın halini hatırını sorayım dedim. O sokağa yönelince Kızılay binasının alt katında büfe işleten Hakan (Sak) karşıma çıktı."hocam nerdesen, Mithat bey biliyormusun seni soruyordu! Dedikten sonra " Kimseyi yanına almıyor, görüştürmüyorlar. Ben yeğeniyem, Ankara'dan, İstanbul'dan geliyorum muhakkak görmem gerekiyor falan bir şeyler söyle ki, içeri alsınlar"dedi. Tamam diyerek Kızılay Yurdu'na gittim. (09:40). Kapıdaki görevli Hakan (Bulut)'a mahalle komşuları olduğumu yaklaşık bir aydır kendi rahatsızlığım nedeniyle Mithat Amcanın ziyaretine gelemediğimi, ismimin Naci Elmalı olduğunu,uyuyor yada görüşemeyecek vaziyetteyse gideceğimi söyledim. Hakan'ın gitmesiyle gelmesi bir oldu. "Bekletme, hemen içeri al " demiş. İçeri girince mutlu olduğunu yüzündeki tebessümden anladım. O öptürmek istemese de yakaladığım elini öptüm. Yine o söylemeden, sitem etmeden yaklaşık bir aydır neden gelemediğimi anlattım." Aman dikkat et hastalık başına iş çıkarmasın sonra" dedi. Ben, "yok yok Allahın izniyle bir şey olmaz", dedikten sonra "özellikle canın ne çekiyor yaptırıp getireyim" diye geldiğimi söyledim. O da "hiçbir şeyi canım çekmiyor, sen geldin ya yeter!" diyerek oturttu. Kendisine ve bana yatağının başındaki zilin butona basarak, gelen Hakan'dan çay getirmesini istedi. Biz sohbetimizi sürdürürken zilin butonuna bir daha bastı , çay o zaman geldi. Hizmetine bakan Hakan'a niye geç kaldığını sordu. Onun #Başkanım çayı taze demledim ondan" dedi. "Di hadi öyleyse bir çayda bana getir" dedi. Hakan'la iki kez doğrultmaya, sırtına üç dört yastık koyarak oturtmaya çalıştık, rahat edemedi. Biz içirelim dedik, kabul etmedi. İki üç kez kendi bardağını alıp ağzına götürmek istedi fakat kendisi de başaramadı.
Bu arada sohbetimiz koyulaştıkça koyulaştı. Aklıma ne geldiyse sordum, verdiği cevapları anlamamış gözükerek birer kez daha tekrar ve teyit ettirerek yazdım. Öyle şeylerden, öyle isimlerden söz etti ki , hayret ettim. Aman Ya Rabbi, bu ne hafıza diye kendi kendime söylendim. Eskiyi sormam konuşturmam, anlattırmam , bir de bazı olaylara vakıf olmam, onun da hoşuna gidiyordu. Akranı değildim, ama onun yaşadığı, tanığı olduğu olayları paylaşmamdan mutlu oluyordu. O kadar güldü ki, o kadar iyiydi ki, ertesi gün öldüğünü duyunca inanamadım. Demek ölüm iyiliğiymiş! Kimse bizi rahatsız etmediği için ben sordukça sordum, o da anlattıkça anlattı?
Bundan iki üç yıl önce Beyazşehir PALANDÖKEN dergisini çıkaran kadim dostum Muzaffer Taşyürek'in isteği üzerine şehrimizin yaşayan büyüklerinden Osman (Ahlat) Emi ile bir röportaj yapmış, 4. Sayısında (Ekim,Kasım,Aralık 2012) de yayımlamıştım. O hevesle bir de Mithat Amcayı konuştursak, Erzurum tarihine ışık tutacak bir şeyler çıkarırız diye düşünmüş kafamda birtakım sorular tasarlamıştım. Fakat tam o günlerde Mehmet Şener'in Erzurum dergilerinin birinde Mithat Amcayla yapmış olduğu bir röportaj yayınlandı. Ben de bu nedenle bu düşüncemden vazgeçtim . Fakat soracaklarım ileride birilerine yarar diye hazırladığım soruları bir gün denk getirir Mithat Amcaya soracaklarımı sorar kayda geçiririm diye düşünmüştüm. (kısmet o güneymiş ama daha soracağım çok şey vardı.)
-Mithat amca kaç doğumlusunuz?
-(soruya cevap vermeyince) 30'lu musunuz? (yani 1930'lu mu?)
Bu soruma Mithat Amca üç otuz( yani 90 yaşında) diye cevap verdi.(yani 1925'liymiş)
-Babanızın adı?
Ali bey
-Anneniz ?
Naciye hanım
-Kaç kardeşsiniz? Siz kaçıncısınız?
Beş. En büyükleri benim. Benden sonra Servet, İrfan, Nezihe ve Nebahat olmak üzere üç erkek ikisi kız beş kardeşiz.
-Kimlerdensiniz? Nerden gelmişsiniz? Kimlere dayanıyorsunuz?
Turgutoğulları diye bir ailedeniz. Soyumuzun Gençosman'a kadar gittiğini duymuşumdur. Ama ne derece doğru bilmiyorum. Tek bildiğim Konya'da hayatını sürdürmek isteyen büyüklerimiz Cumhuriyet öncesinde Konya' da şeyhler tarafından barındırılmadıkları. Hangi nedenle, hangi tarihte konyadan kovulmuşlar pek bilmiyorum. Bir bildiğimde Konya'dan ayrılan ailemizin bir kolunun Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Rize'deki köyüne, bir kolunun Bayburt'a, bir kolunun da Erzurum'a yerleştiğini duymuştum.
-Amca tahsiliniz ?
Erzurum Lisesi'nde, daha sonraları da Ankara 'da o zamanlar açılmış olan Gazetecilik Okulu'nda okudum.
-Erzurum Lisesi dediniz, Erzurum Lisesi o zaman neredeydi ?
Bir dönem Nenehatun Kız Öğretmen Okulu bir dönem kız lisesi olan stadın (3 temmuz stadyumunun) yanı başındaki bina Erzurum Lisesi'ydi. Merdivenleri tahtadandı. O binayı tahta merdivenden kurtaran soğuk demirci olan Ali Bey'dir. Merdivenlerden sonra okulun çatısını da o yapmıştı.
-Ali Bey kim?
Ali Sırrı Kuşkay! Daha sonra Hastane'nin işlerini tuttu. Bu şekilde müteahhitliğe başladı.
-Peki Mithat amca Lise'nin hocalarından hangileri sizde iz bırakmıştır.
Bir tarihçimiz vardı. Abdürrahim Şerif bey. Beygu. Erzurum tarihini yazmıştı. Çok güzel ders anlatırdı. ( Evleri Kral Oteli'nin oralardaymış.) sessiz sükut adamdı. Ahir ömründe Eskişehir'e sürdüler?
-Amca ne sürmesi, kim sürdü?
Kim olacak, Sıtkı Dursunoğlu!
-Bunlar kadim iki dost, iki meslektaş değiller miydi?
Öyleydiler. Ama Sıtkı Bey belli etmese de onu çekemezdi.
-Ya Sıtkı Bey?
Sıtkı bey de iyi bir muallimdi. Halkevi başkanlığı yaptı. Şairliği de vardı. Erzurum'da ne kadar okumuş insan varsa onların hepsini okutmuştur. Hocaların hocasıdır. Son zamanlarında Ankara' ya gitti. Orada da öldü.
-Peki Amca. Ermeni Mezalimi /Tehcir konularında ne dersin?
O zaman Erzurum'da yaşayan Ermeniler rahat durmamışlar.Silahlanmışlar,Ruslar başta olmak üzere başkalarının akılları ile hareket etmişler.Osmanlı'ya isyan etmiş, arkadan vurmaya kalkmışlar.Devletin kötü vaziyetinden istifade etmek istemişler. E, Devlet de eli kolu bağlı oturacak değildi ya. Tehcir dedikleri buralardan uzaklaştırma.Onlar giderken başlarına bir kaza ,bela, afat gelmişse ne yapılabilir ki?
Bu işte ihmali olanları da devlet cezalandırmış.Daha ne yapsın? Zaten ova köylerinin bir çoğunda yaşayan Ermeniler çoğu yerde Müslüman olmuş canlarını bu şekilde kurtarmışlar.Bunları niye kimse dile getirmiyor.Gidenlerden de bir kısmı dağlarda eşkıyaların zulmüne uğramış,bir kısmı da Cafer Bey'în yaptığı gibi?
-Amca Cafer Bey kim? O ne yapmış?
Ebulhindili Cafer Bey ! Tercan'ın orada Kötür Köprüsün'de önünü kestiği bir kısım sürgünü çoluk çocuk demeden suya atmış,bu tür olaylar hep karşılıklı olmuştur.
Onlar da Erzurum da bir çok ev de Müslümanları doldurup diri diri yakmamışlar mı?
Köylerde, mereklere doldurduklarını ot ve samanları yakarak tıssik dumanı ile bir sürü insanın boğulmasına sebep olmamışlar mı?
Hiç yalandan yaygara koparmasın Ermeniler.Etme bulma dünyası! Ne soykırımı hepsi uydurma şeyler.
-Mithat amca çocukluğunuza dönsek! Mustafa Kemal Paşa'yı gördünüz mü ? Ondan neler hatırlıyorsunuz?
Atatürk'ü görmedim. Vefat ettiğinde (1938'de) 12,13 yaşlarındaydım. Daha önceleri gelmişse de hatırlamıyorum. On Kasımlardan aklımızda ne kalmışsa o.
-İsmet Paşa ? Onu ilk ne zaman gördünüz ?
Onu trenin Erzurum'a geldiği tarihten (1939'dan) hatırlıyorum. Mesut Çankaya belediye başkanıydı. Şehir halkı tren hattının iki tarafına dizilmişti. Erzurum'a gelmez denen treni karşılamıştık. İsmet Paşa'yı ilk kez trenden inerken görmüş, hayal kırıklığına uğramıştım. Koskocaman bir kumandan beklerken, trenden ine ine ufak bir adam inmişti.
-Nasıl insanlardı? Erzurum'a bakışları nasıldı?
Erzurum'a pek iyi gözle baktıkları söylenmezdi! Şeyh Sait İsyanı'nın Şapka Hadisesi'nin bunda büyük etkisi olmuştur. O olaylardan sonra daha bir sıktılar. Çok aşağıladılar Erzurumluları!
-Amca Şapka Hadisesi nasıl çıktı.
Kasabın anası ortalığı karıştırmış 'din elden gidiyor' diye ortalığa düşmüş, ortalığı velveleye vermiş!
-Kasabın anası kim ? (Kasap Aziz Dizlek)
Asılan kadın.
-Şalcı bacı mı ?
Evet . Neyse geç bunları. O zaman başımıza Tahsin Uzer diye birini dikmişlerdi. Reisicumhur'un adamıydı. Selanikli'ydi. Genel valiydi. Yedi vilayet ona bağlıydı. Partinin de umumi müfettişi idi. Her şey ondan sorulurdu. Yapılması gerekli olan şeyleri anlatır, talimat verir, karşı çıkan olursa, baba(nı)z olsa vuracaksı(nı)z. Öyle zalimdi. Hele bir gazeteci Bahadır Dülger vardı. Havuzbaşı dahil birçok yerin yapılmasına karşı çıkmıştır. Erzurum'a bir yatırım yapılsın, istemezdi.
-Valilerimizden hangilerini beğenmiştiniz?
Niyazi Akı, Hilmi İncesu, Necmettin Karaduman.
-Belediye başkanlarından ?
(Küçük) Kâzım Yurdalan. Demokrat partililer sevmezdi. Belediyenin en fakir zamanı. Bir faytonu vardı. Onunla gezerdi. Bazen eliyle koluyla çocukça hareketler ederdi. Bir başka adamdı. Daha sonralarda da Orhan Şerifsoy (eh) fena değildi. Yapılması gerekenleri yapmıştı. Haksızlığa pek göz yummazdı.
-Rektörlerden ?
Ziraatçi bir rektör vardı. İsfendiyar Esat Kadaster! (Üniversite'nin ikinci rektörü 1958-59 larda). Hurşit Ertuğrul (1976-1992), son dönemdekilerden de Yaşar! (Sütbeyaz) (2000-2008) (İsfendiyar Esat Kadaster ismini aklında tutmasına hayret ettim)
-Peki, Mithat Amca yine eskiye dönelim. Solakzade'yi sorayım?
Devlet erkanı nezdinde büyük itibarı olan bir din alimiydi. Vazifesini yapar, kimseyi de işlerine karıştırmazdı.
-Şapka Hadisesi'nde olayları önleyemezmiydi?
Hiçbir şey yapamazdı. Çünkü öbür taraf kafasına yapacağı şeyleri zaten koymuştu. Sözünün dinlenmeyeceğini bildiği için karışmamıştır. İnkılapların uygulaması harfiyen yerine getiriliyordu. Bu yıllarca devam etti. Memuriyet yıllarımdan bilirim. Cezalar çok ağırdı. En ufak bir şeyde hapis, mala el koyma,sürgün cezasına çarptırılırdı insanlar? Karne dönemi verilen belgelerde benim imzam, mühürüm vardı. Millet ne yapabilirdi? Aş yok, iş yok, ekmek yok. Mecburen ne dense ses çıkaramıyorlardı.
-Mithat amca biraz gazeteciliğinizden söz etsek!
Gazeteciliğe 1943'lerde başlamıştım. Cumhuriyet gazetesinin, Anka Ajansının, Kim mecmuasının temsilciliklerini yaptım. Erzurum da Yeni Erzurum gazetesini çıkardım. Gazeteyi çıkarırken defterlerimi Ticaret Meslek Lisesi'nde Mehmet Eyüboğlu adında bir öğretmen vardı, o tutardı, muhasebecimdi.(Bu şahıs sonraları mebus mu olmuş diyordu,pek anlayamadım)
-Gazetenizin bir arşivi var mı ?
Ne gezer. Bir gece matbaada çıkan yangında hepsi yandı, kül oldu.
-Yanlış hatırlamıyorsam Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyetini de siz kurmuştunuz değil mi?
Evet kuran ilk başkan bendim.
-Biraz da Kızılay başkanlığından söz edelim mi ?
Kızılay 'da ilk başkanlığı yapan Erzurum mebuslarından (Erzurumlu olmayan) Asım Vasfi Mühürdaroğlu'dur. Ben 1966 yılından beri Erzurum'daki Kızılay'ın başkanı seçildim. O gün bu gün bu işi severek Erzurum'a hizmet felsefesiyle yaptım. Sağolsunlar Ankara'da sözüm çok dinlenmiştir. Bir dediğim iki edilmemiştir. Erzurum için ne istemişsem yapılmıştır. Yaptırmışımdır. Hiçbir dönem hiçbir kimsenin adamı olmamışımdır. Şehrimize birçok eser kazandırdım. Buralarda birçok insana iş verdik. Esnafa işyeri, öğrenciye yurt binası sağladık. Son dönemde, 2011 Olimpiyatlarında Erzurum ev sahipliği yaptığında Erzurum Kızılayı'nın tesislerini seferber ettim. Yine yeni açılan Erzurum Teknik Üniversitesine öğrenci gelsin diye yurt sorunlarını çözmek için önceliği onların öğrencilerine verdim.
-Mithat Amca yaptıklarınız her zaman takdir edilmiştir. TBMM Üstün Hizmet Ödülü de 2008'de bu nedenle verilmedi mi ?
Takdir sizlerin!
-Amca aklıma gelmişken size bir konuyu daha soracağım. Ben bu günlerde Necip Fazıl'ın Erzurum'a gelişleriyle, konferanslarıyla ilgili bir araştırma yapıyorum. Üstad hakkında bilgi verebilir misin?
Onunla askerlik yaptığı yıllarda Erzurum 'da hiç karşılaşmadım. Ama Ankara' da kaldığım Cihan Palas' ta karşılaştım. Resepsiyon'da kayıt yaptıracağım sıra gördüm. Resepsiyonda ki görevliyle olumsuz konuşmalarına tanık olmuş, bu ufak tefek adam kim diye sorduğumda Necip Fazıl dediler. Erzurum'da askerlik yaptığı yıllarda herkesin giremediği Şehir Kulübü'ne bir adamını , bir yolunu bularak girdiğini, orada elinde avucundakini kaybettiğini, sonunda da (askeriyenin malı olan) rövelvesini (tabancasını) kaptırdığını, sabaha karşı oradan ayrıldığını, umumi müfettişliğe tabancasına el konulduğu şikayetinde bulunduğunu, bu surette tabancasını kurtardığını, O tarihten sonra bir daha Şehir Kulübü'ne alınmadığını anlatırlardı.( Bazı şeyleri de yazmamamı istedi). Aslında büyük adamdı. Fakat bazı zaafları vardı. Onu üzmüş olmayalım. Zaten yazdıkları ortada. Hepsi birbirinden kıymetli eserlerdir. Büyük hatipti, kuvvetli şairdi. Sözü sohbeti dinlenen birisiydi.
-Peki amca (daha bir şeyler sormaya hazırlanıyordum ki!)
Yeter he! Bu günlük bu kadar. Başka zaman yine konuşuruz.
-Olur amca.(oysa daha çok soracaklarım vardı.)
İkinci çayımı yudumlarken iki kişi geldi. Herhalde sağlık kontrolü için mi ne gelmişlerdi. Ben de izin istedim, kalktım. Bir kamera, teyp olsa bu kadar rahat konuşurmuydu diye düşünürken beni uğurlayan görevli Hakan (Bulut)'a, bak "Başkanın diye değil, atan, deden diye hizmet et. Allah (c.c.) mükâfatını verir, ne edersen yoluna gelir" tembihatında bulunarak Hennane Paşa Yurdu'ndan ayrıldım. Cumhuriyet Caddesi'ne doğru inerken büfe işleten Hakan (Sak)la bir kez daha karşılaştım. "Hocam görüşebildin mi?"diyince, şu an oradan çıktığımı söyledim, şaşırdı. ' Ne ; bu kadar saattir orada mıydın? "Evet"; Saate baktığımda en az bir buçuk iki saat tek başına konuştuğumuzu, onun da bundan hoşlanmış olduğunu anlamış vaziyette oradan ayrıldım.
Allah (c.c.) gani gani rahmet etsin!..