Yağmurlu bir Moskova akşamı, iki kafadar Dimitry ile Anatoli akıllarını kiraya vermiş, ceplerindeki kapikleri birleştirerek akşam yemeği için Nikola'nın meyhanesine doğru yürüyorlardı.
Dimitry, daha irice olanı, Kraskolit Bölgesi Gümrük Müdürünün her akşam ahırını temizliyor, günlük 1 ruble 30 kapik ve bir de genellikle bir gün evvelinden kalmış tam bir esmer ekmek alıyordu.
Zayıf ve daha ufakça olan olanı, yani Anatoly ise ne iş olsa ya da bulsa yapıyordu. Bazen evlere su taşıyor, bazen odun kırıyor bazen de Demirci Matvey için hurda demir topluyordu.
Sonuçta gün bulup gün yiyorlardı. Ama her zaman Demirci Matvey'in demirci dükkanının yanında, sadece at ve öküzleri nalladığı barakada yatıyorlardı. Bunun için kira vermedikleri için de ayrıca Matvey için her zaman şükranla dua ederlerdi, Demircinin her zaman hurda demirleri eksik tartıp, çarpma işlemini hep yanlış yaptığını bilmeden;
"hımmm. Tam tamına 9 kilo 300 gram. Dokuz kilo diyelim buna. 60 kapikle çarparsak; 4 ruble 20 kapik."
"Oh Saygıdeğer Matyev Romanoviç Raskolnikov Tanrı sizi korusun. "
Moskova'da yağmurlu bir akşamüzeri, meyhaneden içeri girdiklerinde iri yarı meyhaneci Nikola'nın cüssesine ters ince ve cızırtılı sesi ikisini de mıh gibi çivildi kapı önünde
"Heyt, bre ayyaşlar. Ayaklarınızı silmeden, üzerinizi silkelemeden giremezsiniz meyhaneme. Çıkın dışarı!"
"Tamam tamam değerli Niko, kızma. Sileriz elbet. Ve sessizce Dimitry 'e dönüp; hadi dediğini yapalım."
Nikola'nın ters günüydü, belli. Oysa umut etmişlerdi ki, fazladan bir dilim domuz salamı ve yanında da iki kadeh şarabı, paraların yetmeyeceklerini bile bile isteyecek ve kalanını yarın vereceklerini söyleyeceklerdi. Ki, genelde de yok demezdi.
Ama bu akşam belli ki bir dilim domuz salamını bölüşeceklerdi.
İçeride beş altı kişi daha vardı. İçki kokusuna karışan kandil yağının ağır kokusunu bastıracak kadar tavada pişen rostoların kokusu açlıklarını bir kat daha artırmıştı.
Belalı tipler her zaman olduğu gibi pencere kenarlarını almış böğüre böğüre sohbet edip gülüyorlardı. Göz göze gelmemek için başlarını hafifçe yere eğip, ileride tanımadıkları birisiyle oturan Stanislav'ı görüp selam verdiler;
"İyi akşamlar Stanislav"
Stanislav hafifçe başını sallayarak selamlarını alıp arkadaşıyla konuşmaya devam etti.
En kuytu yerde olan tahta masaya oturduklarında, ıslak ayaklarını kurutmak için bu masanın sobaya yakın olmasını bir şans sayıp oturdular.
Kendilerini girişte azarlayan Nikola'ya nispet yaparcasına tabii ki sesini yinede fazlaca çıkaramadan,
"Niko, bize iki kadeh şarap iki de domuz rosto çek bakalım!" dedi Dimitry.
"Ben o kadar da aç değilim dedi Anatoly. Bir dilim yeter.
Söylenenleri duymasına rağmen dönüp bakmayan meyhaneci denilenleri hazırlamaya başladı.
İri yarı cüssesi, başından yaz kış hiç çıkarmadığı lemon fötr şapkası ve önüne bağladığı ve paraları koyduğu önlüğü ve ince cırtlak sesiyle elindekileri masaya bırakırken mırıldndı;
" İki dilim rosto. Benden. Ve bir şişe şarap birazdan."
Aksiliği hala üzerinde oluğu asık suratından belliydi. Ama neden bu ikram? İkisi de şaşkın şaşkın Niko'ya bakıyordu!