Moskova’da gezerken her an ünlü bir kişinin heykelini görebiliyorsunuz, işte Dostoyevski’nin heykelini ve kütüphanesini görüyoruz.
Moskova Nehri’nin bir kolu olan Yauza Nehri’nden ve uzay konusundaki çalışmaları ile bilinen Bauman Teknik Üniversitesi’nin önünden geçiyoruz.
Gece oldukça ışıklatılmış olan Moskova’ya ilk elektrik santrali 1897 yılında yapılmış ve kömürle çalışıyormuş.
Moskova’da gördüklerimiz içerisinde en keyif aldığımız yerlerden biri 1812 Ana Vatan Savaş Müzesi oldu.
Bradino Savaşı’nı anlatan panorama müzesi tam manası ile insana savaşın içerisindeymiş hissini veriyor.
Merdivenle çıkılan ve tam daire şeklinde yapılmış platformdan dönerek, savaşın panoramik görüntüsünü seyretmek insanları bir hayli etkiliyor.
Böyle bir müzenin Aziziye Tabyaları’nda olmasını ne kadar arzu ettiğimizi, bu görüntüleri gördükten sonra tekrar dile getiriyoruz.
Bugün15 Ağustos 2013, Moskova’da son günümüz, metroya binip Lenin’in Mozolesi’nin olduğu Kızıl Meydan’a geliyoruz, fotoğraf makinesi ve cep telefonu ile içeri girmek yasak.
Yan tarafta bir emanet bürosu bulunuyor, insanlar fotoğraf makinelerini ve kameralarını buraya bırakabiliyorlar.
Giriş kısmında epeyce bir kuyruk var, bizde sıraya girip bir müddet sonra mozolenin olduğu kısma geçiyoruz.
Kapının önünde askeri öğrenciler nöbet tutuyorlar, içeride tam bir sessizlik hâkim, bir zamanlar dünyanın seyrini değiştiren Lenin’i elbiseleri ile birlikte yattığı camekânın içerisinde görüyoruz.
Bulunduğumuz mekân oldukça serin, etraf loş ışıkla aydınlatılmış, Lenin’in içerisinde bulunduğu camekân sadece yukarıdan ışıklandırılmış.
İnsanlar camekânın önünden sırayla geçtiklerinden, durup bakma imkânı fazlaca olmuyor.
Lenin’in cesedi çok özel yöntemlerle muhafaza ediliyormuş ve maliyeti oldukça fazlaymış.
Ruslar bu külfetli işten kurtulmak istemişlerse de sonradan vazgeçmişler.
Buradan ayrıldıktan sonra Meçhul Asker Anıtı’na geliyoruz.
1965 yılında yapılan bu anıtın ortasında devamlı yanan bir ateş var ve iki askeri öğrenci burada nöbet tutuyorlar.
Ruslar bu büyük savaşta 20 milyon insan kaybetmişler, bu kaybın 12 milyonu askermiş.
İşte bu anıta “Kardeşlerin Mezarı “ismi de veriliyor.
Bilinmeyen bir askerin kemikleri buraya getirilmiş ve 12 milyon askerin anısına buraya gömülmüş.
Bulunduğumuz yerde hediyelik eşyaların satıldığı bir hayli küçük dükkân bulunuyor.
Bu kulübe şeklindeki dükkânlarda, Sovyet döneminden kalmış rozet, resim, eski para, heykel, süs eşyası, başlık gibi eşyalar satıyorlar.
Gelmişken daha önce gördüğümüz Kızıl Meydan’ı ve Kremlin’i bir daha görmek istiyoruz.
Meşhur Kızıl Meydan, ismini 16. yüzyılda kızıl kiremitlerden dolayı almış.
Kremlin’in etrafında kuleler bulunuyor ve Kremlin 2km uzunluktaki surlarla kaplanmış.
Kremlin’e giriş yaptığımız yerin sol tarafında sarı renkli Senato Binası bulunuyor, Lenin karısı ile birlikte burada oturmuş.
Paranoyası olan Stalin’de burada oturmuş, ama can korkusundan dolayı penceresiz mekânı seçmiş.
Kremlin 1961 yılında Kurucef zamanında açılmış, hatırlanacağı üzere Brejnev’de Kurucef’i devirerek başa geçmişti.
Güzergâhımız üzerinde oldukça görkemli bir savaş topuna rast geliyoruz.
Bu top 1589 yılında yapılmış ama savaşta hiç kullanılmamış, sadece 800m uzaklığa bir şarapnel attığı söyleniyor.
Topun üzerine konulduğu araba ile topun yanındaki gülleler 1835 yılında yapılmışlar.
Bu muhteşem topla resim çektirdikten sonra, dünyanın en büyük çanına doğru gidiyoruz.
Bu çan kullanılmak için değil, Romanof ailesinin görkemini vurgulamak için 1735 yılında döktürülmüş.
Çanın üzerindeki yazılar Romanof ailesi ile ilgiliymiş ve çanın ağırlığı 220 tonmuş.
Bu çanın 11.5 tonluk bir parçası kopmuş ve çanın yanında duruyor.
Daha sonra uğradığımız Çan Kulesi’ndeki çan ise, 65 ton ağırlığındaki işlev gören dünyanın en ağır çanı olarak tanınıyor.
Kremlin Sarayı bahçesinde 9 adet kilise bulunuyor, ilk etapta Çar ve ailesi için yapılmış olan Müjde Kilisesi’ni ve Baş Melek Mikail Kilisesi’ni görüyoruz.
Buradan sonra tek kubbeli Patrik Ana Kilisesi, Kutsal Emanet Kilisesi ve 1475-1479 yılları arasında yapılan Meryem Ana Kilisesi’ni de gezmeyi ihmal etmiyoruz.
Meryem Ana Kilisesi’ni bir İtalyan mimar yapmış, burada taç giyme merasimleri yapılıyormuş.
Ülkemize dönmek üzere son hazırlıklarımızı yapıp, bavullarımızı aldıktan sonra aracımıza biniyoruz.
Havaalanı ile otelimizin arasını yoğun trafikten dolayı 2.5 saat gibi uzun bir sürede alıyoruz.
Bu süre zarfında rehberimiz Armen’in Ermeni milliyetçiliği içeren sözlerine verdiğimiz cevaplardan olsa gerek, onunla vedalaşmadan havaalanındaki işlemlerimizi yaptırıp, uçağımıza binip İstanbul’a geç saatlerde ulaşıyoruz
SON.