Başlıkta da dikkat çekmek istediğim üzere, bu haftaki yazıda yalnızca Türkiye ekonomisi ve IMF arasındaki ilişkiyi ele almayacağım. Aksine; yazıda, uluslararası ilişkilerde de büyük bir tartışma konusu olduğu üzere uluslararası organizasyonlar aracılığı ile az gelişmiş yahut gelişmekte olan ülkelere kredi verilmesinin milli ekonomiler üzerindeki etkisini tartışacağız.
Milletlerarası ilişkilerde devlet dışı bir kurum olarak IMFnin nasıl bir rol oynadığına geçmeden önce, IMFnin kurulmasındaki temel motivasyonları ve IMFnin Türkiye ekonomi hayatındaki yerini genel hatlarıyla hatırlamakta fayda var.
IMF, 1929 Ekonomik Buhranına neden olan ve bunalımla artış gösteren ülkelerin borçlarını ödeyememesi durumuna karşılık, 29 Buhranına benzer bir bunalımın yeniden yaşanmasını önlemeyi hedefleyerek ülkelerin birbirlerine olan borçlarını ödeyebilmesi için onlara kredi verme amacıyla kurulmuştur. Öte yandan; faaliyete geçtiği 1947 yılı düşünüldüğünde IMFnin, savaşta tüm kaynaklarını tüketmiş ve ağır kayıplar almış dünya devletlerinin yeniden inşası için savaştan ekonomik olarak nispeten güçlü çıkan ABDnin sponsorluğunda bir kredi fonu olduğu da söylenebilir.
IMFnin Türkiyedeki geçmişini kısaca hatırladığımızda ise IMFnin, özellikle 1990ların sonlarında 2000lerin başlarında Türkiyenin iç siyaseti içinde faal bir aktörmüşçesine her gün haber bültenlerinde yer aldığını, halkça sıkça tartışılan konulardan olduğunu söylemek çok yanlış olmayacaktır.
IMFnin dünya genelinde nasıl bir misyonu olduğuna ve milli ekonomiler üzerindeki etkisine dönecek olursak; ilk olarak, IMFnin ülkelere borçlarını ödemeleri amacıyla kredi verirken ülkelerin borçlarını ödeyememesini hangi faktörlere dayandırdığı bu sorun karşısında geliştirdiği çözümü anlamak açısından da önemlidir. IMFye göre -kendilerinin üçüncü dünya ülkeleri başlığında topladığı- borçlu ve borcunu ödeyemeyecek ülkelerin problemleri, güttükleri yanlış iktisat politikalarıdır.
Birçok yazarın iddia ettiğinin aksine; IMF, kapitalist dünya düzeninde kuzeyin güneyi sömürmek suretiyle zenginleştiği gerçeğini görmek istememektedir. Bilakis, IMFye göre bu az gelişmiş ülkelerin sorunu, ekonomilerini tamamıyla dışa açmamaları, yerel üretimi destekleme motivasyonu ile üretimde verimli olamayan firmalara teşvikler vererek ekonomik etkinliğe zarar vermeleridir. Sorunun tespiti bu yönde olunca, IMFnin çözümlerinin de hatalı olarak gördükleri iktisat politikalarını hedef almak olacağını öngörmek çok zor olmayacaktır.
Buna göre, IMF kendisine kredi için başvuran ülkelere yapısal uyum programları adı altında birtakım iktisat politikalarını dayatmaktaydı. Türkiyede de örneklerine 1994 yılında Tansu Çiller dönemindeki 5 Nisan kararlarıyla rastlanan bu politikaların temeline tarımda desteklerin azaltılması, özelleştirmelerin hızlandırılması yolu ile devlet harcamaları için kanyak oluşturulması ve yer yer geniş zam yetkileri de dahil edilmekteydi. Oysa Avrupa-Amerika menşeli birçok uluslararası ilişkiler uzmanının da ifade ettiği üzere, yapısal uyum programlarının ekonomik kalkınma getirdiği bir ülkenin olmadığı gibi, ülkelerin sosyal devlet yapısında ve gelir dağılımında olumsuz etkilerinin olduğu da verilerce ortaya konmaktadır.
Yukarıda sözünü ettiklerim ile malumu ilam etmenin dışına çıktığım iddiasında olamayacağım. Zira IMFnin düzenlemelerinin ülkelere fayda sağlamadığını görmek için uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yoktur, bunu anlamaları için üçüncü dünya ülkesi halklarının kendi durumlarına bakmaları yeterli olacaktır.
IMFnin ülkelerin bütçelerini yeniden yapılandırmak ile amaçladığının ne olduğuna yüzeysel bir açıdan baktık ve amaçlarına ulaşamadıklarının da bir yorum, bir beklenti değil bir siyasi olgu olduğunu söyledik. O halde, girişte sorduğum soruların cevaplarını göz önünde bulundurarak yeniden bir soru yöneltsek; peki IMFnin gerçekten başarılı olması mümkün müdür?
Güttüğü politikaların fiziksel manifestosunu oluştururcasına Washingtonda Beyaz Sarayın ve Dünya Bankasının yakınında bulunan IMF binası, tamamının eğitimi Amerikada-Avrupada ağır bir liberal öğretiyle geçmiş ve birçoğunun büyük bankalarla, şirketlerle danışmanlık ve benzeri ilişkileri olan ve onların deyimiyle üçüncü dünya ülkelerinin gerçekleri hakkında en ufak bir fikri olmayan uzmanlar
Her şeyden önemlisi her ülkenin IMF fonuna maddi katkıda bulunduğu oranda oy hakkına sahip olacağı bir iç yapı
Sahi bu koşullar altında IMFnin niyeti gerçekten sefaletin ortadan kalkmasına yardımcı olmak, az gelişmiş ülkelerin borçlarını ödemesini sağlayarak onları kalkındırmak olsaydı dahi, bu ne kadar mümkün olabilirdi? Yani bizim yıllardır izlediğimiz ve birçok ülkenin hala demir sopasıyla başında bekleyen IMF bir çeşit illüzyon muydu yalnızca?