Temizlikİslami bir gerekliliktir. Allahtemizdir, temiz olanları sever.Müslüman elbette temizdir. Temiz olmadan ibadetler yapılmaz, yapılamaz.
Bu düşünce medeniyet tarihimizde temizlik ve su kültürümüzün olağanüstü gelişmesini sağlamıştır. Evlerdeki banyo imkânlarının kısıtlı olduğu devirlerde hamamların ne kadar önem taşıdığı tartışılmaz bir durumdur. Tarihimizde yerleşim bölgelerinde yapılaşma sırasında önce câmi ve hamam gibi genel hizmet binaları inşa edilirdi. Orduların seferlerinde, bir yerde konaklanacağı zaman ilk önce seyyar tuvalet ve hamam çadırları kurulurdu.
İslam medeniyetinin temeli temizliğe dayanır.
Peygamberimizden günümüze kadar istisnasız her Müslüman milletler halkın temiz ve nezih ortamlarda yaşamalarını temin için adeta yarışmışlardır. Kamunun menfaati için inşa edilen her yapının yanında mutlaka bir tuvalet ve hamam da yapmışlardır. Bu eserler hala dimdik ayaktalar ve yenileri de yapılmaya devam etmektedir.
Özellikle ecdadımız Osmanlı, bu hususta bütün dünyaya örnek alacak eserler bırakmıştır. Çünkü onlar hem idare edenler ve hem de idare edilenler olarak temizliğin ve abdestli bulunmanın ne anlama geldiğini çok iyibiliyorlardı.İşte örneği:
Sultan Abdülhamîd Han, âcil bir iş zuhur edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, ertesi güne bırakılmasına rızâ göstermezdi. Bu hususta mâbeyn başkâtibi Esad Bey, hatıratında şöyle demektedir:
"Bir gece yarısı, çok mühim bir yazının imzası için Sultânın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. "Acaba Sultânaemr-i Hakk mı vâkî oldu?" diye endişelendim.
Biraz sonra tekrar çaldım; bu sefer kapı açılarak Sultân, elinde bîr havlu ile kapıda göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti:
"Evlâd! Bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Kapıyı daha ilk vuruşunuzda uyanmıştım, ancak abdest aldığım için geciktim; kusura bakma! Ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrakına abdestsizimza atmadım... Getir imzalıyayım!" dedi.Ve "besmele" çekerek evrakı imzaladı."
Yine Sultan Abdülhamid Han zamanında, sarayda gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı. Bu nöbetçilerin geleneksel olarak geceleyin bir seslenişleri yankılanırdı etrafta:
- Kimdir o?
- Kim var orda?.. Hiç kimse yoktur ama onlar sanki birilerini görüyormuş gibi, belli aralıklarla hep seslenirlermiş... Böylece devamlı uyanık durduklarını ve vazife başında olduklarını duyururlarmış. Ayrıca bu askerler her saat başı nöbeti başka arkadaşlarına devrederlermiş. Bir gece, yine nöbet yerinden sesler duyar Padişah:
- Kimdir o?
- Kim var orda?..
Aradan 1 saat geçmesine rağmen, yine aynı ses bağırır:
- Kimdir o?
- Kimdir var orda?..
Padişahın dikkatini çeker. Bu ses, bir saat geçtiği halde değişmemiştir. Hâlbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir. Bir müddet bekler ve tekrar sese dikkat kesilir.
Hayret, ses önceki sestir. Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid Han, hemen ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler.
Çünkü kendisine karşı düzenlenmiş müthiş bir bombalı suikasttan kıl payı kurtulmuştur. Ve bu olay daha çok yenidir. Acaba yine bir Ermeni oyunu mu tezgâhlanıyor?
Biraz sonra saatinde değişmeyen nöbetçi, Padişahın huzurundadır. Heyecan ve korku ile yüzü yerde beklemektedir.
Padişah sorar:
- Sen kaç saattir nöbettesin?
- Bir buçuk saate yaklaştı, Hünkârım.
- Niçin saat başında vazifeni devretmedin?
- Hünkârım, benden sonraki arkadaş rica etti, onun yerine de nöbet tutuyorum.
- Niçin? Neden usulü çiğniyorsun?
O yiğit Mehmetçik utançla indirir mübarek başını. Ürkekliği iyice artar, söylemek istemez. Fakat Padişahın ısrarı üzerine şöyle konuşur:
- Padişahım, benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş. "Ben bu halde iken Halife-i Müslimînin korunmasında vazife alamam. Ne olur, sen benim yerime de nöbet tut, sonra da ben senin yerine tutarım" dedi. Ben de kabul ettim.
Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Hanın çok hoşuna gider. Sabahleyin hemen gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir. Geceki davranışından duyduğu memnuniyetini ifade ederek kendisine ikramlarda bulunur.