Dün gelen mesajlar arasında en çarpıcı olan şuydu:
"Sayın Şener; yazınızda Mahallebaşında ki olaylardan hareketle tırmandırılmak istenen gerginlikten ötürü Erzurumdaki Kürt aydınlara çağrıda bulunmuştunuz. Çıkın konuşun ve kardeşliğe vurgu yapın demiştin. Aradan iki gün geçti bu çağrına olumlu bir cevap geldi mi?"
Aslında bu mesajda gizli bir kışkırtma olduğunu siz de sezinlemişsinizdir.
Bana diyorlar ki, sen barıştan, kardeşlikten, tarihsel birliktelikten filan dem vuruyorsun ama, bu bazı Kürtlerin hiç umurunda değil; hatta onlar bu türden çağrıları olumsuz karşılıyor.
Öyledir veya değildir.
Ben bütün kalbimle öyle olmadığına inanmak ve o inancımı da taçlandırmak istiyorum. Fakat görüyorum ki, bu ülkede kaos çıkmasını isteyenler çoktan baltalarını bilemişler...
İşte başından beri tam da karşı olduğumuz ya da korktuğumuz durum buydu.
Yani kardeşliğimize halel gelmesi; aramıza nifak sokulması...
O eller kimdir, nereden komuta edilir bilmiyorum ama öyle hünerliler ki, istedikleri zaman asırlık kardeşliğin köküne kezzap akıtabiliyorlar.
Erzurum gibi Türkle Kürtün etle kemik olduğu bir şehirde, artık herkes arkasını kollamaya başladı.
Kim kime pusu atıyor belli değil...
Çakallar muradına erdi diyebiliriz...
Mahallebaşında bir Kürt, kadim komşusunun dükkânını kundaklayabiliyorsa demek ki iki taraf arasında ipler kopma noktasına gelmiş demektir.
Nacizane işte bu durumu önceden gördüğüm için o yazımda bu memleketteki aklıbaşında olan Kürt kardeşlerimize çağrıda bulunmuş "gelin bu ateşe birlikte bi su serpelim" demiştim.
Soruyorsunuz ya bana "ne cevap aldın" diye...
Söyleyeyim; yüreğim yanıyor ama söylemek zorundayım.
Maalesef müsbet bir karşılık bulamadım. Bazı dernek ve kuruluşlar açıklamalar yayınlayıp zefahiri kurtarmak istediler ama toplumsal manada bir karşılık olmadı.
Tamam; bu, illa da Kürtler barış istemiyor anlamına gelmiyor ama kabul edelim ki, güçlü bir irade sergilenmemesi de ümit kırıcı bir durum...
Bu da, pusuda bekleyip, "karanlık gün" özlemi duyanların ekmeğine yağ sürüyor.
"Bakın" diyorlar. "Mahallebaşında Kürtler Türklerin dükkanlarına saldırıp yakıp yıktılar. Siz ise hala kardeşlikten dem vuruyorsunuz."
Daha fazlasını söyleyenler de var...
Önemli değil.
Gelin biz yine de ısrarla kardeşlikten dem vuralım.
Eğer ki düşmanın ekmeğine yağ sürmek istemiyorsak, inadına ve de ısrarla kardeş olmaya devam edelim.
Bizim çağrımızın karşılık bulmaması da hiç önemli değil...
Çünkü biz inanıyoruz ki asıl karşılık, Türkle Kürtün gönlünde zaten yuva kurmuş durumda; hem de kadimden beri...
İşte Suriye ortada...
Ve Irakta yaşanan komedya...
Bakın, NATOda izliyor, Birleşmiş Milletler de...
Göz göre göre Irak haritadan siliniyor.
IŞİD militanları bir ülkeyi parsel parsel işgal ediyor, herkes film izler gibi izliyor.
Bazıları sanıyor ki bütün bu karanlık sahneler Türkiyeden fersah fersah uzakta...
Hayır; hiç de uzakta değil.
Şayet biz kardeş olmayı başaramaz ve aynı kaderi yaşamayı kabullenmezsek bizi de bekleyen akibet çok farklı değil...
Allah korusun bu ülke parçalanırsa eğer zannedilmesin ki buradan birilerine "vatan" çıkar.
Tarih bilmeyenler için küçük bir hatırlatma:
Erzurum, Türkiye özeti demektir.
Mahallebaşı ise, Erzurumun bir özeti...
O sebeple, kimse güvenlik görevlilerinin kol gezdiği lojmanlarında oturup Mahallebaşındaki olayları film izler gibi izlemesin...
Mahallebaşı yanarsa hiç kimse villasında sırtüstü yatamaz...
Mahallebaşında kardeş kardeşe silah çekerse hiç bir apoletli ve de üniformalı makam araçlarında volta atıp dolaşamaz.
Mahallebaşında karşılıklı güven ve dostluk dinamitlenirse-ki, ilk kıvılcım yakılmış oldu- kimse yarın mebus ya da başkan olma hayali kuramaz.
Mahallebaşı sözün bittiği yerdir...
Hal böyle olmasına rağmen birileri için gerçek hiç de bizim gördüğümüz gibi değil.
Bu yüzden olsa gerek onlar, bu yangın yerinden kimin il başkanı, kimin müteahhit, kimin tüccar, kimin bürokrat, kimin de müdür olacağının hesabını yapıyor.
Angutlar göremiyor ki ortada vatan kalmaz ise, kimin bilmem ne olduğunun bir önemi olur...
Evet; Kürt kardeşlerim ısrarla çağrımı cevapsız bırakmasına rağmen ben inandığım bu yolda inat etmeye devam edeceğim:
Ey Kürtler...
Ey Türkler...
Etmeyin eylemeyin. Bizim kardeş olmaktan başka bir çıkar yolumuz yoktur. Eğer kılıçlarımızı birbirimizin boynunda parlatmaya devam edersek siz de biz de bu yolda hak ila yeksan oluruz.
Bendeniz hala Mahallebaşında maişeri vicdanın temayüz ettiği hür bir akıl görüyorum.
Bana yapılan tüm tacizlere rağmen Mahallebaşından umudumu kesmedim, kesmeyeceğim.
Üstelik...
Kürtlerin beni yalnız bıraktığını gördüğüm halde...
Her sabah yolumu Mahallebaşından geçiriyorum.
Kimse "buyur bir çayımızı iç" demedi. Buna rağmen ben hala bu memleketin aydınlık yarınlara ulaşmasında ana etkenin Mahallebaşı olduğuna inanıyorum...
Çay ikram etseler de böyle etmeseler de...