ASAYİŞHaber Girişi : 12 Eylül 2009 23:58

Kürtler de Türkler de çile çekmekte ortak oldular!..

Kürtler de Türkler de çile çekmekte ortak oldular!..

Çarşaf gibi Osmanlı Devleti parçalanıp, elimizde mendil kadar bir ülke kalınca, yıkılmalar, devrimler, devirmeler birbirini takip etti. Doğu Anadolu öksüz kaldı.

Doğu Anadolu'nun ormanları bitti... Hayvancılık tarihe karıştı. Doğu Anadolu'nun dağları açılmadı, madenleri işletilmedi. Nehirlerine yeteri kadar baraj yapılıp sulama ve sanayi geliştirilmedi. Neticede işsizlik başını aldı yürüdü, fakirler de çareyi göçte buldu, sanki Doğu'nun insanı Batı'ya yük oldu. Halbuki Türkiye'nin kalkınması ancak ve ancak Doğu'nun kalkınması ile mümkündür. Meseleyi sadece ekonomik yönden ele almak gayet yanlıştır. Doğu'da Türkler ve Kürtler yaşamaktadır.

Kürtlerin bir kısmı, Türkçe bilmediklerinden Milli Eğitim'den faydalanamadıkları gibi, Türkçe yazılmış dinî eserleri de okuyamadılar.

Arapça, Türkçe bilmeyen Kürtlere, Kürtçe yayın yapma imkanı da verilmeyince, bunların cahil kalmaları için her türlü tedbir alınmış oldu.

Bir devlet düşünün ki bir kısım vatandaşlarının cahil kalmasından fayda umuyor, böyle şey olur mu?

Kürtler ekseriyeti itibarıyla Şafii'dir, fakat İslâmiyet'i nasıl ve nereden öğreneceklerdi? Kürtçe tefsir, hadis, siyer, fıkıh yasak. Arapça, hepten yasak. Şu hale bakınız. Müslümanların İslâmiyet'i öğrenmesi yasak edilmiş. Fakat "İslâmiyet"i öğrenmek yasak" denmemiş. İslâmiyet'e giden yollar kesilmiş: Arapça yasak, Kürtçe yayın yapamazsın, Türkçe öğrenme imkanı da yılları alacağına göre, dinini nasıl öğrensin?

Kürtlerin durumu böyle... Bize gelince, Türk'tük, Türkçe yazıp konuşuyorduk fakat 1954'e kadar Kur'an-ı Kerim basmak, satmak, öğrenmek yasaktı. Yani Türk olmak, Türkçe bilmek de fazla bir değişiklik getirmiyordu.

Hac farizasını ifa ederken, Harem-i Şerif'te oturuyordum.

Renk renk, kadın erkek, ayrı milletlerden, ayrı ayrı dilleri konuşan insanları seyrediyorum. Hepsi bir gaye etrafında dönüyor: Allah rızası!

İslamiyet, çeşitli dillerden, illerden, yaşlardan, cinsiyetten insanları bir gaye etrafında toplayabiliyor. Onları kardeş ilan ediyor. Huzur içinde bir birlik ve beraberlik tesis ediyor. O muhteşem birliğin tahakkukunu hayranlıkla seyrediyor ve İslam dünyasının İslamiyet'i anlayamayışına, bu birlik sırrını idrak edemeyişine şaşıyordum. Birden yanı başımda bir adam peyda oldu.

Beni tanıyormuş. Patnoslu imiş. Hoş beşten sonra hayatından şöyle bir kısım anlattı:

"Gençlik yıllarımda Türklere çok kızıyordum. Bizi dinsiz bıraktılar, cahil bıraktılar, geri bıraktılar... Halbuki benim dedelerim de savaş meydanlarını kanlarıyla suladı. O zaman dava Kürtlük-Türklük davası değil, Allah rızası için vatan kurma davasıydı. Bir yandan Türk düşmanı iken, bir yandan da Kürtçü idim. Amma kapımız herkese açık, gelenimiz gidenimiz çok oluyordu. Gelen misafirlerden birinde Said Nursi'nin bir kitabını gördüm. Biz, onu Kürt bilir, Said-i Kürdi derdik. Mektubat isimli bu kitabı aldım, sabaha kadar okuyup bitirdim. En çok hayret ettiğim husus, Said Nursi, Türklere çatmıyor, Türk kardeşlerim, diyor, din düşmanlarına hücum ediyordu.

Kızdım, uyuyamadım. Bu ne biçim Kürt alimi idi? Bizi geri bırakan, ezen, horlayan Türklere neden kardeşim diyordu?

Bana göre, Kürtleri dinden uzak bırakan Türklerdi. Bu sırrı çözmek için hemen büyüklerimizin yanına gittim, durumu anlattım. Dediler ki: "Türkleri de dinsiz bıraktılar, yani onlar da dinini, imanını öğrenme imkanı bulamadı. İslamiyet, inanmış insanları kardeş sayar, Said Nursi'nin eserlerini okuyanlar, gelip bize kardeşiz, diyorlar. Risale-i Nurları okuyan Kürtler de Türkler de çile çekmekte ortak oldular. Ama kardeş olduklarını hiçbir zaman unutmadılar. Sadece Kürtler ve Türkler değil, Kur'an'ın mesajını anlayan herkes kardeş olduğunu anlamak zorunda. Bu gerçeği anlayınca dindar Türklerle kardeş oldum."

Gerçekten onunla kardeştik, dersler okuduk, yedik, içtik, en ufak ihtilafımız olmadı. Şurası kati ki, İslâmiyet herkesi kardeş ederken, ırkçılık milleti birbirine düşman etti. [email protected]