ASAYİŞHaber Girişi : 10 Temmuz 2009 13:52

Kur'anın Muhafazasında Yazının Rolu ve Önemi

Kur'anın Muhafazasında Yazının Rolu ve Önemi

İnsanlığa son mesaj Kur’an-ı Kerim korunmuş bir kitaptır. Onun koruyucusu da bizzat Allah (cc)’dur. Hicr suresi 9. Ayette: وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَإِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ 

“Muhakkak zikri (Kur’anı) biz indirdik ve biz onu koruyacağız.”

Vakıa suresi 11 ve 12. ayette:  إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ فِي كِتَابٍ مَكْنُونٍ 

“O, değerli bir Kur’an’dır, saklı bir kitaptadır.”

Fussılet suresi 42. ayette ise: تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ  لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِۖ 

“O’na ne önünden ve ne de ardından bir batıl karışamaz. Hikmet sahibi, hamde layık olan tarafından indirilmiştir.”

Kur’anın korunmuşluğunu, bir harfinin bile değişmeden günümüze ulaştığını dost-düşman herkes kabul etmektedir. Kur’an’anın tahrif edildiğini ispat gayesiyle yola çıkan İngiliz müsteşrik/oryantalist Sir William Miur, yaptığı araştırmalar neticesinde bilim adamı sıfatının da verdiği sorumluluk ile şu itirafı yapmıştır:

“On iki asır, metninin sağlamlığını bu kadar muhafaza eden başka bir kitap yoktur.” 

Necip fazıl’ın diliyle:

“Onda ebedi nizam onda iç ve dış sırlar,

onu zaman silemez eskitemez asırlar.”

Kur’an-ı Kerimin korunmuşluğu iki yol ile sağlanmıştır. Birincisi yazı, ikincisi ise hıfz yoluyla. Bu yazımızda yazı yolu üzerinde duracağız. Hıfz yolu ile sağlanmasını sonraki yazıya bırakacağız.

Kur’anın yazı yolu ile korunması

Musa Carullah’ın ifadesine göre Ku’an 2 Şubat 610 çarşamba günü nazil olmaya başlamıştır. Yine aynı şahsın verdiği bilgilere göre vahiy meleği Cebrail, vahyi peygamberimize bir dîbâ üzerinde yazılı olarak göstermiştir.

Alışık olmadığı bir durumla karşılaşan Allah Resulü heyecanlanmış ve korkmuştu, evine gelmiş ve beni örtün manasında   زملوني زملونيdiye buyurmuştur. Vahiy ona ağır gelmişti.

Kur’an bunu Müzzemmil suresi 5. aytte şöyle ifade ediyor:

انا سنلقي عليك قولا ثقيلايا ايها المزمل قم الليل الا قليلا نصفه او انقص منه قليلا او زد عليه و تل القران ترتيلا

“Ey Örtünüp bürünen (peygamber) Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut biraz artır. Yahut bundan biraz eksilt. Cidden biz sana ağır bir söz vahy ediyoruz.”

Allah Resulü ümmi yani okuma-yazma bilmeyen bir peygamberdi. Kendisi yazma bilmediği için nazil olan Ku’an ayetlerini vahiy katiplerine yazdırıyor, kontrol ettikten sonra halka aktarıyordu. Her sene Hz. Peygamber Ramazan ayında, o zamana kadar vahyedilmiş bütün Kur’anı Cebrail ile mukabele ederdi. Vefatından önceki Ramazanda bu mukabele iki defa olmuştur.

Aralarında Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Ubeydullah b. Talha, Muaviye, Halid b. Velid, Muğire b. Şube, Ebu Sufyan, Übey b. Ka’b, Ebu Eyyüp el-Ensari, Hanzala ve Zeyd b. Sabit gibi sahabilerin de bulunduğu katip topluluğu bir nüshayı peygambere vermek diğerini ise yanlarında bırakmak üzere yazıyorlardı. Böylece Kur’an ayetleri peygamber hayattayken yazılmıştı.

Efendimizin vefatından kısa bir zaman sonra vuku bulan Yemame savaşında vefat edenlerin çoğunun hafız olması Hz. Ömer’i tedirgin etmiş ve bu tedirginliğini Hz. Ebu Bekir ile paylaşmış, ona Kur’an’ın cemedilmesini teklif etmişti. Önceleri bu teklife sıcak bakmayan Hz. Ebubekir, Vahiy katiplerinden Zeyd b. Sabiti çağırmış, Hz. Ömer’in de hazır bulunduğu bir mecliste konuyu açmıştı. Zeyd b. Sabit parçalanmış bir dağı toplamamı bana söyleseydiniz bu kadar ağır gelmezdi diyerek mukabelede bulunmuştu. Ama bunda hayır olduğu üzerinde duran Hz. Ömer’in ısrarı ile teklif kabul edilmiş ve Zeyd b. Sabit’in başkanlığında Kur’an suhuflar halinde cemedilmişti.

Hz. Ebubekir’in yanında arşiv halinde bulunan Kur’an onun vefatıyla Hz. Ömer’e geçmişti. Deri, kemik gibi farklı malzemeler üzerinde yazılı Kur’anı Muhammed Hamidullah’a göre Hz. Ömer yazmış ve bu nüsha onun vefatıyla kızı, Resulüllah’ın hanımı Hafsa’ya kalmıştı.

Hz. Osman döneminde ise şöyle bir hadise cereyan etmiştir:

Ermenistan savaşında bulunan Huzeyfe b. El-Yeman dönüşte evine uğramadan halifenin yanına gider ve ona der ki, Şam’lılar, Iraklılar’ın duymadığı Übey b. Ka’b’ın kıraatini okuyorlar, Iraklılar ise Şam’lıların duymadığı Abdullah b. Mes’ud’un kıraatini okuyorlar, sonra birbirleri ile tartışıyorlar herkes kendi okuduğunun doğru olduğunu söylüyor.

Bu hadise üzerine Hz. Osman harekete geçer Hz. Hafsa’nın yanındaki mushafı ister ve çoğaltıp yedi ayrı merkeze gönderir. Hz. Peygamber döneminde noktalı ve harekeli olan Mushaf, mevcut lehçeleri tespit etmek, sonradan ortaya çıkabilecek okuyuş şekillerini ve buna bağlı tahrif faaliyetlerini önlemek için noktasız ve harekesiz olarak gönderilir.

Bölgelere gönderilen noktasız ve harekesiz Mushafların kıraat şekilleri sağlam senetleri, sahih rivayetleri ve tarikleri ile erbabınca tespit edilir, Allah resulünün “Kur’an yedi harf üzerine inmiştir.” Sözüne de uygun olarak yedi kıraat üzerinde ittifak edilir.

Bunlar Mekke’de İbn Kesir, Medine’de Nafi, Şam’da İbnu Amir, Basra’da Ebu Amir ve Yakup, Küfe’de Asım ve Hamza kıraatlarıdır.

Bu yedi kıraate İmam el-Beğavi Yakup el-Hadremi, Ebu Cafer ve Halef b. Hişam’ı ilave ederek ona çıkarır meşhur kıraat alimi İbnu’l-cezeri’de bu isimleri teyit ve tasdik eder.

Sadece bununla yetinilmeyip şaz kıraatler bile tespit edilmiştir. Şaz kıraate örnek verecek olursak, انما يخشي الله من عباده العلماء  ayetindeki lafzatullahi ötre okumaktır. O zaman mana “Allah’tan ancak alimler korkar” yerine “Allah ancak alimlerden korkar olur.” Böyle okuyan bilmeyerek okursa ikaz edilir, ancak bilerek okursa tazir edilir.

Görüldüğü gibi Kur’an ile ilgili hiçbir ayrıntı kaybolmamıştır. Hepsi kaydolmuştur. İşte Kur’an’ın lehçelere göre farklı okunması ve bunun en ince ayrıntısına kadar tespit ve takyid edilmesi bunun delillerindendir. Bu faklılıkları inceleyen, araştıran ve öğreten ilim dalına da “Kıraat ilmi” denmiştir.

Gazzali Kur’anı bir inciye benzetiyor ve Kur’anın orijinal dili Arapçayı da inciyi koruyan sadefe benzetiyor. Kur’anı koruyabilmek için orijinal dilinin de korunması gerektiğini vurguluyor. Arap dilinin anlaşılması için ise beş sınıf ilme ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Bu ilimleri Lügat ilmi, Nahiv ilmi, Tecvit ilmi, tefsir ilmi diye sıralarken bunlardan birisi de KIRAAT ilmidir diyor.

Yukarıda geçen yedi harf meselesine de temas ederek bu faslı bitirelim. Kur’an yedi harf üzere nazil olmuştur. Bu yedi harften maksat kabilelerin birbirinden faklı lehçeleridir. Hz. Ömer ile Hişam b. Hakim arasında geçen şu meşhur olay bunun delilidir. Hişam b. Hakim’in Furkan süresini faklı harflerle okuduğunu duyan Hz. Ömer namazın sonunu zor getirir ve namaz bitince yakasından tutarak Resulullah’ın huzuruna çıkarlar ve Hz. Ömer “Bu şahıs Kur’anı senin bize öğrettiğin gibi okumuyor diye şikayette bulunur. Allah Resulü yakasını bırakmasını söyler ve her ikisine de okutur ve her ikisini de tasdik eder ve buyurur ki: “Kur’an yedi harf üzere indirildi, şimdi hangisi kolayınıza geliyorsa öyle okuyun.”

Yedi harf ihtilafı çeşitliliktir yoksa çelişkilik değildir. Bir okuyuşta “buhl” diyor diğerinde “bahl” birinde “kelimatin” diğerinde “kelimatün” birinde”nüneccike” diğerinde “nüncike” diyor.

Bu çeşitlilik ve farklılık, Kur’anın mükemmelliğine, bunların zapt edilmesi onun ilahi koruma altında olduğuna delalet etmektedir