Nasreddin Hoca, Türk halk kültürünün sevilen figürlerinden biridir. Mizahi yeteneği ve derin öğretici hikayeleriyle masallar, hikayeler ve fıkralar aracılığıyla nesilden nesile aktarılan bir geleneğin merkezinde yer alır. Zekâsıyla olaylara farklı bir açıdan yaklaşırken, espri ve akıl dolu yaklaşımlarıyla insan doğasının çeşitli yönlerini yansıtır. Nasreddin Hoca’nın öğretileri sadece güldürmekle kalmaz, aynı zamanda derin düşündürücü mesajlar sunar.
Kese Hikâyesi
Bir gün Nasreddin Hoca, kasaba meydanında insanlara bir ders vermek için toplanmıştı. Hoca, paltosundan bir kese dolusu para çıkardı ve dedi ki: “Bugün sizlere para hakkında çok önemli bir ders vereceğim. Beni iyice dinleyin” dedi.
Hoca, dolu keseyi yere koydu ve kasabadakilere sordu: “Sizce bu kesenin içerisinde ne var?” kasabada yaşayanlar birçok tahminlerde bulundular:
“Gümüş”, “Altın” ve ya “Bir sürü akçe!” Hoca kahkaha attı ve kesenin ağzını açtı. İçerisinden sadece bir bakır para ve onlarca taş döküldü.
Kasaba halkı şaşkınlık içerisinde hocanın gülüşünü seyrediyordu. Hoca gülmesini bitirerek konuşmaya devam etti:
“Bakın, hepiniz kesenin içerisinde çok değerli şeylerin olduğunu hayal ettiniz, fakat gördüğünüz gibi gerçek bu değil. İşte hayat da aynen bu şekilde. Bazen hayattan çok şey bekleriz, fakat gerçekte her zaman istediklerimizi elde edemeyebiliriz. Asıl önemli olan, neyi istediğimiz değil neye sahip olduğumuzu bilmek ve onun kıymetini anlamaktır.”
Bu konuşmanın ardından Nasreddin Hoca, paltosundaki paraları alıp içlerindeki en yoksul insana verdi ve şöyle dedi:
“Bu paralar belki senin için büyük bir servet değil fakat doğru kullanırsan hayatını değiştirebilir. Bilge olmak da böyledir, ufak bir bilgiyi bile doğru kullanırsanız hayatınızda büyük değişiklikler yapabilir.”
Üç Papaz Hikâyesi
Sultan Alâeddin zamanında 3 Hristiyan papaz, Anadolu’yu dolaşarak halkın kafasını karıştırmayı kendilerine görev edinmişler.
Gittikleri yerlerde o yörenin en alim kişisini bulup her biri ona cevabı bilinmeyen bir soru soruyor ve o alimi küçük düşürüyorlarmış.
Aslına bakılırsa sordukları soruların cevapları kendilerinde de mevcut değilmiş.
Gel zaman git zaman bu üç papazın şöhreti yayılır olmuş.
Karşılarına çıkartacakları onların sorduklarına cevap verecek kimseyi bulamaz olmuşlar.
Bir aklı evvelin gönlüne Nasreddin Hoca düşmüş.
Kendi kendine bu papazların sorularına cevap verse verse bizim Nasreddin Hoca verir diyerek Nasreddin Hocayı bu üç alimin karşısına bu yörenin en alim kişisi budur diyerekten çıkartmış.
Hoca eşeğini yedeğini almış karşılarına gelince papazlar Hoca’yı küçümsemişler.
Eğer sen bizim söylediklerimize cevap verirsen biz de senin dinine girer Müslüman oluruz demişler.
Hoca ak sakalını sıvazlayarak keyifli keyifli gülmüş.
Eee artık size cevap vermek farz oldu demiş.
Birinci papaz Nasreddin Hocaya bir adım daha yaklaşarak “söyle bakalım dünyanın ortası neresidir?”
Hoca, gülüşünü arttırarak ben de cidden bir soru soracağınızı zannetmiştim. Bunu bilmeyecek ne var? Benim karakaçanın sağ ön ayağını bastığı yerdir.
Papaz afallamış. Kemlemiş, kümlemiş son bir gayret, burası olduğu ne malum diyecek olmuş.
Hoca adam daha lafını bitirmeden sözü ağzına tıkamış.
İtimat etmiyorsan ölç işte bak. İşte ben buradayım. Ben de karakaçanım da seni bekliyoruz.
Birinci papaz çaresiz geri adım atmış.
İkinci papaz ilk papazın boynu bükük, geri adım atması üzerine hemen meydana gelerek :“Söyle bakalım Hoca Efendi gökte ne kadar yıldız vardır? “
Nasreddin Hoca yine gülmüş eşeğinin sırtını sıvazlayarak, benim karakaçanın üzerinde ne kadar kıl varsa gökte de o kadar yıldız vardır demiş.
Papaz nereden belli Hoca saydın mı?
İnanmazsan otur say.
Hoca eşeğin kılları hiç sayılır mı?
Eee be mübarek eşeğin kulları sayılmaz da gökte ki yıldızların adeti sayılır mı?
İkinci papaz da Nasreddin Hocanın son sözüyle savunmasını kaybedip boynunu bükerek geri çekilmiş.
Üçüncüsü olan son papaz ortaya atılıp sakalını sıvazlayarak:
“Ee buraya kadar iyi idare ettin Hoca Efendi. Bu soruya da cevap verebilirsen biz sözümüzden dönmeyiz. Senin dinine gireceğiz. Vermezsen de sen bizim dinimize gireceksin kabul mü?”
Hoca Nasreddin duruşunu ve gülüşünü hiç değiştirmeden, de hele sor şu güvendiğin soruyu.
Peki söyle bakalım benim sakalımda kaç kıl var?
Nasreddin Hoca hemen yanındaki karakaçanın kuyruğunu kavrayarak şu bizim karakaçanın kuyruğunda kaç kıl varsa senin sakalında da o kadar kıl var.
“Amma yaptın Hoca nereden belli?”
“Eğer bana itimadın yoksa gel bir kıl senin sakalından bir kılda bizim eşeğin kuyruğundan koparalım. Denk gelmez ise o zaman konuş.”
Üçüncü papaz da bu teklif karşısında gerilemek durumunda kalmış.
Zaten papazların maksadı sorularına cevap almak değil, karşılarına diktikleri alimleri aciz bırakmakmış.
Sonunda da kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşmüşler ve verdikleri sözü yerine getirerek Kelime – i Şehadet getirip Müslüman olmuşlar.