Başlık,benim ifadem değil, siyaset biliminin efsanevi beyni Hannah Arendtin Benality of Evil kitabının Türkçeye başarılı bir çevirisi. Kitap; Yahudi soykırımında uyguladığı emirlerle milyonlarca insanın ölümüne sebep olan Adolf Eichmannın Kudüste, İsrail mahkemesinde yargılanmasını, Arendtin davaya ilişkin gözlemlerini ve yorumlarını konu alıyor. Kendisi de bir Yahudi olan Arendt, daha sonra Nazi partisine katılan filozof Martin Heideggerin de öğrencisi. Kötülüğün Sıradanlığı kitabında soykırım suçlusu Eichmannı pençeleri, boynuzları olan bir canavar olarak değil banal, sıradan ve hatta hayatı başarısızlıklarla dolu aciz bir insan olarak aktardığı için Yahudi toplumunu hayal kırıklığına uğratan Arendt, Yahudilerin tehcire tabi tutulduğu dönemde Nazilerle kusursuz iş birliği içinde olan Yahudi önderleri de korkusuzca eleştirdiği için Yahudi cemaatten de dışlanıyor.
Arendt,kitabı boyunca akademik veya mesleki manada hiçbir başarı gösteremediği,toplumda saygın bir yer edinemediği için basamakları çıkmanın yolunu Nazi partisine üye olmakta gören, zayıfın üzerinde tahakküm kurmanın cazibesine kapılmış insanların öyküsünü anlatıyor. Yani tarihçilerin başta Hitlerin Kavgam kitabında izlerini aradıkları gibi derin bir felsefe, büyük beyinlerin büyük menfaatlere ulaşmak için tasarladığı kusursuz planlar yok milyonlarca insanın katliamının arkasında.
Nitekim Arendtin de Kötülüğün Sıradanlığında dikkat çekmeye çalıştığı noktalardan biri de bu: Asıl sorun da tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından ne yazık ki hepsinin de eskiden de şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu.
Arendte göre kötülüğün böylesine kol gezdiği bir ortamda kötülük, ilk bakışta kötülük olduğunun anlaşılması niteliğini kaybetmişti. İşte Yahudi soykırımının üzerinden geçen senelerden sonra dünya Bosnada Avrupanın orta yerinde bir soykırıma sessiz kaldığında da aslında neler olup bittiği anlaşılamıyor,tepeden tırnağa kötülük abidesi olaylar, devlet politikası, kriz, diplomatik meseleler gibi ucuz ifadelerin arkasına sığdırılıyordu.
Bugün de Çin devletinin Doğu Türkistanda Uygurlara yaptığı, Dünyanın gözleri önünde yapılan bir soykırımdan başkası değildir. Meseleye karşı 3 maymunu oynayan Türkiyenin mide bulandırıcı tavrını bir kenara bırakalım. Uluslararası medya, insan hakları örgütleri meseleyi anlamlandırmaya çalışıyor, Çinin hangi üstün akıl örneği sergileyerek toplama kampları oluşturduğunu, amacının ne olduğunu düşünüp duruyor. Türkiyedeki siyaset bilimi dehalarından Fatmagül Berktay ise totalitarizm üzerine yoğunlaştığı akademik kariyerinden sonra şu sonuca varıyor: Totalitarizm faydacı değildir, bu sebeple Nazi toplama kampları ardından neden sorusunu sormak ne kadar anlamsızsa Çin toplama kampları karşısında da bir amaca ulaşmaya çalışmak o kadar beyhudedir. Bizler gibi uyuyan, yemek yiyen, anne, baba olan bu insanlar kötülüğün kötülük niteliğini göremeyecek kadar düşünme yetilerini kaybetmişlerdir. Düşünebilme yetisiyle donanmış insanın bu melekesinden sıyrılması ise insanlığını kaybetmesi ile eşdeğerdir.